Sivil İtaatsizlik (Mi) ?

Sivil İtaatsizlik (Mi) ?

Dünya ekonomik sisteminin yani kapitalizmin yaşadığı kriz gittikçe derinleştikçe gelişimini tamamlayamayan, ekonomileri kırılgan ve daha çok dışa bağımlı olan ve kendilerine gelişmekte olan ülkeler denilen Türkiye gibi ülkeler bu krizi iliklerine kadar hisseder oldular artık.

Kriz yönetimini iyi bilen gelişmiş kapitalist ülkeler bu dönemi küçük darbelerle atlatmaya çalışırken, pandeminin olumsuz koşullarıyla sistemin krizini perdeleyerek sosyal yardımlara bu dönemi az hasarla atlatmayı sürdürülebilir hale getirdi.

Sorun bizim gibi ülkelerde gittikçe derinleşti. Yıllar içinde biriken ekonomik problemler, yanlış yatırımların sonucu olarak küresel krizin esintisiyle ülkemizde kasırgaya dönüştü. Yıllardır gelen sıcak paranın alt yapı yatırımlarına yüksek maliyetli ihalelerle yatırılması sonucu boşaltılan hazine artık maliyetleri karşılayamaz duruma düşürülmüştü. Bir zamanların başbakanı Demirel’in deyimiyle “50 cent’e muhtaç” hale getirilmişti.

Yani bizim gibi ülkelerin kaderidir demek dönüp dönüp hep aynı şeyleri yaşamak. Bütün bunlar yaşanırken ülkede yaşanan ekonomik krizin göstergesi ve eylem alanı elektrik ve doğal gaz zamları oldu. Krizin getirdiği ekonomik şartlar altında iyice bunalan halkın üzerine bir de yüksek oranlı enerji zamları da binince artık hayat çekilmez bir hal almaya ve sesler iyice yükselmeye başladı.

İktidarın muhalefet tarafında duran siyasi partiler krizin giderek derinleştiğini görüyor suya sabuna dokunmayan söylemlerle sadece erken seçim çağrılarıyla halkı manipule ederek oldukları yerde kalmalarını istiyorlardı.

Ama istedikleri bir türlü olmuyordu. İnsanlar haklı talepleriyle sokakları tercih ediyorlardı. Onlar sokaklara çıktıkça özellikle CHP kitlesine “bu bir oyun bizi sokağa çekmeye çalışıyorlar” diyerek sesleniyor ve insanları sokaktan eve çağırıyordu.

Ana muhalefet partisinin tüm bu çağrıları sokağın gücünü azaltsa da yine de sokak en önemli muhalefet ve direniş alanı olmaya devam ediyordu. İşte tam da bu günlerde toplumsal muhalefetin siyasi muhalefeti peşinden sürüklediğini de görmüş olduk. Bu arada, zamlar koronavirüs salgını gibi toplumsal alanı istila etti.

Bu arada AKP hükümeti kabinede bir türlü aradığı adamı bulamamanın sıkıntısını yaşıyordu. Hazine bakanları değişiyor, Merkez Bankası başkanları değişiyor yine de ekonomi bir türlü dikiş tutmuyordu.

Sonunda aranan adam bulunmuş Hazine’nin başına getirilen adam halka “gözlerimin içine bakın” diyordu. Ne olduğu pek anlaşılmayan nas-faiz polemikleri arasında dayatılan bir ekonomik model tartışılmaya başlandı.

Kapitalizmin hiçbir yasasına uymayan bir ekonomik modelin denendiği ülkemizde, yarının hep bugünden daha iyi olacak denilerek, halkın bir umut dünyasında, hayaller içinde yaşatıldığı bu ülkede birden denizin bittiği ve arabanın çok sağlam bir duvara tosladığı görüldü. Araba bitti, duvar bitti, deniz bitti ama yalan bitmedi. "Dış güçler' teranesi iç güçleri sinirsel olarak yormaya devam etti. İç dışı bir kapitalizm sağlı sollu siyasal alanı ucuzlaştırmayı da ihmal etmedi 7/24 yalan sağanağıyla.

Aslında toslayan egemen güçler değildi, çünkü onlar her yıl yüksek oranlı karlar açıkladılar. Kar oranı, kur oranı, zam oranı derken toslayan; emeğiyle geçinen biz emekçiler, işçiler ve toprağını işleyip kazanamayan çiftçilerdi. Yani onların bize hayal satarken, onların anlattığı yarınlara inanan bizlerdik. Geleceğimizi karartanların yarınlar güzel olacak demagojisi kabak tadı vermeye başladıysa da Osmanlı’da oyun bitmezdi, şu en Osmanlı eskisi zamanlarda hele.

Sonra ne mi oldu ?

Günün sonunda aç kalanın bizler olduğunu gördük ve yaşanan krizin faturasını yine bize kesmeye kalktıklarını görmeye başladık. Bize yine her krizde yaptıklarını yapmaya “aynı gemide olduğumuzu” anlatmaya başladılar. Ama aslında aynı gemide değildik. Gemi su alıyordu ve biz su alan bölümdeydik onlar filikalara yakın duruyorlardı. Gemi metaforu kriz zamanlarında burjuvazinin repertuarından hemen çıkardığı acil durum imdat freni gibidir. Aynı gemideyiz teranesiyle muhalefeti gemlemeye çalışır gemisi batasıcalar…

İşte durum böyle devam ederken artık insanlar gelen faturaların dayanılmaz ağırlıkları karşısında muhalefetinde eylemsizliğini görünce yeniden harekete geçtiler.

Yurdun her yerinde yüksek elektrik faturalarına karşı insanlar sesini yükseltmeye başladı. İşçiler geçinemiyoruz diyerek çoban ateşlerini yakmaya başladı. Pek çok yerde iş yerlerinde fabrikalarda direnişler başladı. Devletin resmi kurumları bile (TÜİK) artık enflasyonu, hayat pahalılığını gizleyemiyordu. TÜİK aynaya bakıp 'ne bakıyon lan' diyen müzmin sarhoştan farksızdır artık, kendi gölgesinden korkmaktadır adeta.

Devletin Hazine Bakanı Nebati krizi aşmak için yeniden yollara düştü, İngiliz para babalarına kadar ulaştı. Ama ne çare ki kültürel farklılığımızdan dolayı bir türlü yeni ekonomik programımızı anlatamadı. Nebati ve gözleri pek de göz alıcı bir performans sergiledi denemez anlayacağınız.

Yani nas ile kapitalizm bir kültür farklılığı olarak uyum gösteremedi. Nas, kapitale uydurularak kapitalizme yeni don biçmekten şık bir vücut çalımıyla vazgeçildi.

Dönüşte müjdesi halkın elinde sakladığı 5 tona yakın altına nasıl el koyulabileceğinin hesaplarını yapmak oldu. Hesap kitap halkın birikimine çökmek gibi mafyöz bir düşünceyle yapılmaya başlandıysa o don daha dikiş tutmaz zannımca.

Bu arada elektrik ve doğal gaz şirketleri Ocak ayı ile ilk vurgunlarını yapmışlardı bile. Yüksek faturalar da yüksek seslerin çıkmasına sebep oluyordu. Tam bu arada ana muhalefet partisinin lideri devreye girdi. Devre devre devreye giren Kılıçdaroğlu’ndan bahsediyoruz elbette.

Sedat Peker vari bir video bağlantısı ile halka seslendi. Ama bunu bir otel odasından yaptığı için tepki aldı. İkincisini evinden kütüphanesinden yaptı.

Sivil itaatsizlik yapıyorum elektrik faturamı ödemiyorum dedi. Yasaların özüne uyarak yasalara riayet etmeme, karşı koyma anlamına gelmektedir.

Biz bunu yasaların ya da hükûmet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde uygulananı şiddete dayanmayan, vicdani ancak yasal olmayan politik bir eylem olarak biliriz. Demokratik rejimlerde yönetime duyulan muhalefet ve memnuniyetsizliği barışçıl yollardan hak aramanın modern yolu olarak görülen sivil itaatsizlik, ciddi bir arka plana ve teorik çerçeveye sahiptir.

Her zaman devletin yasalarının uygulanması adil bir sonuç doğurmayabilir, bu durumda devletin meşruiyeti sorgulanabilir ya da yasaların uygulanması noktasındaki eksikliğin giderilmesi için bir direniş gerçekleşebilir. İşte tam bu noktada itaatin temeli sarsılır ve itaatsizlik durumu baş gösterir. Ancak bu itaat etmeme durumu mevcut sistemden ziyade üzerinde anlaşılan yasaların uygulamadaki aksaklıkları üzerinedir. Tam bu noktada ortaya çıkan bir durumdur.

Sivil itaatsizlik ya da başkaldırıyı siyasal terminolojiye kazandıran Amerikalı yazar ve düşünür Henry David Thoreau’dur. 1849 tarihinde Civil Disobedience makalesi Tolstoy ve Martin Luther’in dikkatini çektiği gibi Hindistan’ın halk önderi Gandhi’nin de direniş hareketlerinin ve mücadelenin de ilham kaynağı olmuştur.

Sivil itaatsizlik, haksızlıklara, insan hakları ihlallerine, temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan durumlara karşı, yasal olanakların kalmadığı durumlarda başvurulan ortak adalet duygusunu temel alan ve şiddeti kesinlikle reddeden yasadışı ama politik bir eylem olmakla beraber hem meşru hem de aleni olarak yapılır.

Eylemi örgütleyenler, amacı ortak ve somut bir hedef etrafında bir araya gelir, sorun çözülünce de dağılırlar. Kamu vicdanına seslenerek adeta sessiz bir çoğunluğun da dili olurken sistemin aksayan yönlerine itirazda bulunurlar. Yaptıkları eylemin bilincinde olup her türlü sonuçlardan da asla kaçmazlar.

Sivil itaatsizlik asla pasifist bir eylem çeşidi değildir. Bunu Gandhi’nin o uzun yürüyüşünden söyleyebiliriz. Gayet görünür ve tüm engellemelere rağmen sessizce yapılan bir yürüyüştür sadece.

Peki CHP liderinin çağrısı bir sivil itaatsizlik çağrısı mıdır? Öyledir diye bilir miyiz?

Bana göre bu sadece bir bir aldatmacadır. Bu sivil itaatsizlik eylem çağrısı ana muhalefet partisinden gelen ”faturamı ödemiyorum” diye, karşılığı olmayan bir çağrıdır. O faturasını ödemeyebilir. Ama bu eyleme kaç tane yurttaş katılabilir veya partili,

CHP lideri zaten esnaf tarafından başlatılmış olan bir eylem olan cama fatura asma eylemini daha da geliştirebilecek, bu eylemi yaygınlaştırabilecek bir adım atabilmiş olsaydı bu bir itaatsizlik olabilirdi. O sadece görünür olan bir eylemi daha pasif bir hale getirerek esnafın cama yapıştırdığı fatura eylemini de boşa düşürmüştür.

Kılıçdaroğlu yanan çoban ateşlerinin üzerine bir itfaiyeci refleksi ile gitmekte bütün toplumsal muhalefeti pasifleştirip düzenin istediği sandık metaforuna razı etmeye çalışmaktadır. Görevi budur. O asla sivil itaatsizlik örgütleyemez. Öyle bir derdi olamaz.

Hatta ve hatta daha ileri giderek erken bir seçim gibi bir derdi olsa işçilerin yaktığı ateşi kitlesi ile ellerinde faturaları ile Migros işçileri ile buluşturup işten atılan işçilerin yanında olduğunu, direnen işçilerin partisi olduğunu gösterirdi. Direnişe katılmayıp ödüllendirilen işçilerin de korkmadan bu ülkede hak arayabileceklerine onları inandırabilirdi. Ama bunu yapmadı bizi şaşırtmadı. CHP’ li arkadaşlar kızmasın.

Daha önce yaptığı gibi geçinemiyoruz diyerek sokağa çıkmaya çalışan insanları, AKP zaten bunu istiyor diye insanları sokaktan uzak tutarak pasifleştiren, tek çözümü sandık olarak gören CHP çubuğu iyice sağa bükerek çözümü sağda aramaya devam ediyor.

Sağ cenahtan gazeteciler de sanki farklı yerdeymiş gibi göstererek rollerini güzel oynuyorlar. Bu bir isyan çağrısı değil Şamil Tayyar anladın mı?  Bu bir sivil itaatsizlik bile değil. Hele sen söyle bakalım, bir şirkete olan borcu ödememek devlete isyan mıdır? Şirketler = devlet midir ? Devlet şirket midir?