Türkiye ve Dünyaya Bakış - 137
Devlet dökülüyor
Sedat Peker adlı şahsın yayınladığı videolar ile ilgili bir dizi yorum yapılıyor. Videoların izlenme oranları da yüksek. Neredeyse kimi kriminal dizilerden fazla reyting alıyor. Okuyucularımız konuya vakıf. Aynı şeyleri tekrarlamaya gerek yok. Mehmet Ağar, Süleyman Soylu ile başlayan ve herhalde sonunda Tayyip Erdoğan’a ulaşacak bir dizi olacak. Ortaya dökülen olaylar aslında hepimizin tahmin ettiği, kimilerini bildiği, bazı zaman üzerine tartıştığımız konular.
Şu açık: TC devleti, onun resmi kurumları ve de tekelci burjuvazinin farklı kampları arasında sürekli bir mücadele ola gelmiştir. Bu bize yabancı değil. Yeni de değil. Demirel, Özal, Yılmaz, Çiller döneminde olup bitenler yakın tarihimizde yaşananlar. Eymür ile Ağar çatışması yoktan olmamıştı. Macaristan’da Yılmaz’ın burnu neden kırılmıştı? Ömer Lütfü Topal ve Sabancı suikastleri… Hele Susurluk “kazası” veya Yazıcıoğlu’nun helikopterinin “düşmesi”. Özal’ın ani “ölümü” de tartışılıyor. MİT içinde, TSK bünyesinde generaller arasında her zaman bir kayıkçı dövüşü ola gelmiştir.
90’lar öncesi Sovyetler Birliği’ne karşı tutumun dozu, anti-komünizmin düzeyi kimi zamanlarda devlet içinde nasıl tartışmalara neden oldu ve kelleler götürdüyse, günümüzde de Kürt ulusal sorununa yaklaşım konusunda aynı iç çatışmalar söz konusu. “Biz Türk değiliz. Ben Gürcü, eşim Arap” açıklaması yapan, üst kimlik konusunu Türkiyelilik olgusunu gündeme taşıyan, eyalet sistemi ve yerellerde özerk yapılardan söz eden, PKK ile, onun lideri Öcalan ile dolaylı ve dolaysız görüşmeler yürüten, PKK MK üyeleri ile MİT başkanını aynı masaya oturtan Erdoğan, nasıl oldu da bir anda Dolmabahçe Mutabakatı masasını devirdi ve “Tek ulus, tek vatan, tek bayrak, tek din” noktasına geldi?
Bir gün Barzani ile kötü, Esad ile iyi oluyorlar, bir süre sonra biriyle düşman, diğeri ile dost. Bir dönem İtalya Başbakanı Berlusconi en iyi dostuydu, o gitti, sonra Bulgaristan Başbakanı Borisov ile en yakın dost oldular. Aktörler hep benzer veya hatta bazen aynıları.
Türkiye, önemli bir trafik noktasında coğrafi konumda bulunuyor. Asya ve Orta-Doğu’dan, Avrupa’ya trafik Türkiye üzerinden yürüyor. Dün İtalya, bugün Bulgaristan, Türkiye için AB’ye geçiş kapısı. Ondan sonrası gümrüksüz alan AB. Bilmem anlatabildik mi? Konu tam da bu noktada düğümleniyor. Uluslararası ilişkileri, komşuluk ilişkilerini de, bu ticaretten elde edilen rantın paylaşılmasını da bu ticaret belirliyor.
AB, Türkiye’yi kaçak petrol ve narkotik güzergahının kapısı olarak nitelendiriyor. AB’ye alınmama meselesi sadece “serbest dolaşım” ve Türkiye nüfusunun müslüman olmasından kaynaklanmıyor. Türkiye’yi yakınımızda ama dışımızda tutalım politikası buradan kaynaklanıyor.
Bir zamanlar İç İşleri Bakanı iken bugün adı çok geçen Mehmet Ağar’ın söylediği bir sözü hiç bir zaman unutmamak lazım. Mealen şöyle demişti. “Türkiye’ye yaptırım uygulayabilirler, resmi rezervlerimiz ve bütçemiz boşalmış olabilir ama bize hiç bir şey olmaz. Çünkü o resmi olarak görülenin birkaç katı kadar görülmeyen kaynaklarımız ve bütçemiz var, onun için bizim sırtımızı yere getirmezler”. İşte bütün kavgalar bu görülmeyen kaynakların ve bütçenin paylaşımından çıkıyor.
Sedat Peker’in çok konuşup bir türlü söylemediği de bu. Bir dizi olay anlatıyor, bir çok insan hakkında kızgınlıklarını ortaya döküyor. Kimi nedenler de sayıyor. Örnekler veriyor. Ama zurnanın zırt dediği yerde susuyor.
Bütün bunlar sadece TC devletinin çürümüşlüğünü göstermiyor. Bu çürümüşlük yıllardır var. Ve bu çürümüşlük içinde ahlaki olarak yasadışı işleri en iyi yürütecek insanlar devlet tarafından görevlendiriliyor, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı yapılıyor. Sadece şimdi dökülmeye başladılar. Önceki dökülmelerde az hasarla atlattılar. Bakalım bu sefer ne olacak? Bunun yanıtını da ancak örgütlü halk yığınları, yoksullar ve işçi sınıfı verebilir.
15 Mayıs 2021