“Tanrılar” Çıldırmış Olmalı..!
Gazetemizin 15.04.2015 tarihli sayısındaki yazımın girişimde, “Tarih boyunca çok farklı uygarlıklara yurt olmuş bu kadim Anadolu coğrafyasında, her topluluk ve uygarlığı bir ‘Tanrıkral’ yönetegelmiştir.” demiştim ya, işte son “Tanrıkral” da şu zamanda bizi -sözüm ona- yönetiyor.
Tarihte, bu “Tanrıkral”lar çevresinde, onların avanesi olan küçük “Tanrılar” vardı ya, şu anda da bir sürü küçük “Tanrı”, ”Tanrıkral”ın çevresini sarmış, onu korumak adına, her türlü maceraya atılmaktadırlar. Bu maceraperestliğin kaynağı, ne güçlerinden ne de cesaretlerinden geliyor. Aksine bunun ardında “çaresizlik” ve ona bağlı olarak da “çıldırmışlık” yatmaktadır.
Bugün, o küçük Tanrıların “Kürdistan” bile diyemedikleri -korku belası işte- coğrafyada, birçok yerleşim biriminde, Kürt yurttaşlarımız, Tanrıkral’ın emriyle ve “Devletin bekası” için tankla, topla katledilirken, bu küçük Tanrılar, “Kardeşim, bu Kürtler çıldırmış mı; devlete karşı gelinir mi, şimdi zamanı mıydı..?” sorularıyla kendi çaresizliklerini ifade ediyorlar. Bu sorular, aslında sadece çaresizliği değil, çıldırmışlığı da ifade ediyor.
“Kral çıplak” diyemeyenlerin çaresizliği, çıldırmışlığı bu. Şu çok iyi bilinmeli ki Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi, çaresiz olan Kürtler değil, “Batı”nın kendisidir. Dolayısıyla çıldırmışlık da Batıdaki o küçük Tanrılara mahsustur. Kürtler’in, en zor koşullarda bile davul-zurnayla halaya durması, düşmana inat gülebilmesi, genç yaşında toprağa düşenlerin cenaze törenlerinde “Edi bese” diyebilmesi, zılgıt çekebilmesi, onların çaresizliğini-çıldırmışlığını değil; haklılıklarını, korkusuzluklarını ve mücadele azmini göstermektedir.
Bu haklılık ve mücadele karşısında önce “Tanrıkral” çıldırdı: Göstergeleri ve sebebi malum.
Ardından o küçük “Tanrı”lar çıldırdı. Örneğin:
Sermaye çıldırdı:
İşçilere, işçilerin üç kuruşluk ekmeğine, çaresizlik içindeki sendikalarına, hatta örgütsüzlüğüne bile... Doğaya, yeşile, yeraltına, yerüstüne, börtü böceğe -kâr hırsıyla- acımasızca saldırmakta. Karl Marx’ın dediği gibi, “Kapitalistler, gölgesini satamadığı ağacı keser” misali.
Milli irade (!) çıldırdı:
MHP’si, CHP’si, Vatan Partisi; Balbay’ı, Baykal’ı, Kerinçsiz’i, Perinçek’i, dincisi... bir olup Kürtleri inkâr ve imha politikasını yürütmek adına “Milli Anayasa” için bir araya gelmekte. Onların toplamının zihniyetinin militarist güçleri de Tanrıkral adına, Kürdistan’da çocukları, gençleri, kadınları, yaşlı insanları acımasızca katlederken, o bölgelerin yerel kültürünü, dillerini, tarihi dokularını imha etmekte.
Aleviler çıldırdı:
Tabi ki hepsini kastetmiyorum. Ama Erzincanlı Alevilere ne oldu? Onlar niye çıldırdı ki? Alevilerin, toplumun her kesimine acımasızca saldıran hükümetin başbakanını, Aleviliği bir inanç bile kabul etmeyen AKP temsilcilerini kendi ibadethaneleri sayılan Cem Evi’nde hoyratça misafir edip Cem törenini, törenin ritüeli sayılan “Semah”ı şova dönüştürüp birilerini eğlendirmesini, hoşnut kılmaya çalışmasını hangi akılla, hangi hoşgörüyle açıklayabiliriz?
Bütün bu çıldırmışlıklara rağmen, toplumun büyük bir kesimi, geç de olsa, artık bu iktidarın gücünü nereden aldığını, kimi temsil ettiğini çok iyi biliyor. Bu bilinçle de hem Kürt özgürlük mücadelesine, hem kendi ekmeğine, doğasına sahip çıkmaya başladı. Bütün baskılara, inkâra, sansüre ve şiddete rağmen Türkiye’nin her yerinde mücadele alanları açılmaya, korku duvarları yıkılmaya başladı. Önümüzdeki en önemli görev, bu bilinci ve mücadeleyi örgütlü hale dönüştürmektir. Sosyalistlere, demokratlara, aydınlara düşen görev de budur.