Adayım ama neden?
Yer yer yoldaşlık ilişkisinin, yol arkadaşlığının, mücadele birlikteliklerinin göz ardı edildiği bir süreç yaşadık. Kendinden önce ötekini önceleyen, tavrı, duruşu, sözü ile farkını ortaya koyan, benmerkeziyetçiliğe karşı devrimci dayanışmadan beslenen kültürün yerini ne yazık ki önce ben, ben olmadan olmaz, diyen gidişe itiraz ediyorum.
Hepimizin bildiği gibi Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en kritik ve önemli seçimine hazırlanıyor. Bir eşik olarak tanımladığımız bu seçim sürecinde pek çok benzemezin yan yana gelişi ile bazı tabuların da kırıldığını söyleyebiliriz. Millet İttifakı içinde Kemalistlerle muhafazakar Müslümanların yan yana gelişi, hatta tweeter üzerinden Saadet Partisi’nin Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimlik beyanını retweet etmesi; “birlikteyiz, bir aradayız, birbirimize düşmanlık beslemiyoruz, aksine şimdiye kadar oluşturulan ayrıştırıcı kutup siyasetinin karşısında böyle daha güzeliz” mesajları veriliyor. Seçim sonrası bu olumlu tablo ne kadar hayata geçer, iktidar paylaşım aşamasında geçmiş refleksler devreye girer mi göreceğiz. Umarım toplumun ihtiyaçlarını önceleyen hassasiyet gösterilir ve beyanlarında dile getirdikleri vaatleri yerine getirme çabası içinde olurlar.
Diğer taraftan Emek Özgürlük Bloku etrafında toplanan sol-sosyalist bileşenler ise yıllardır birlikte mücadele etmeye, seçimlerde ortak tutum almaya daha yatkınken, bu seçimler ekseninde kararlaşmaları geçmiş refleks ve hızdan yoksundu. Bu değişimin nedenini düşünüyorum tabii, keza hep birlikte düşünmemiz gerek. Böylesi kritik ve gelecek dönemi belirleyen, faşizmin kurumsallaşacağı tespitini yaptığımız ve onun karşısında yekpare bir direniş sergilenmesi gerektiğini ifade ettiğimiz böylesi tarihsel süreçlerde neydi bu duraksamanın, hız kesmenin nedeni?
Sol muhalefetin argümanları ve iddiası her ne kadar devrim yapma, iktidar olma, ülkeyi yönetme üzerine kurulu olsa da şimdiye kadar iktidar olamama gerçekliği nedeniyle kendilerine konforlu bir alan oluşturduğunu söyleyebiliriz. İddiaya denk düşen örgütlenme pratiğinin olmayışı söz ile eylem bağını elbet zayıflatıyor. Kendimce yakın dönem değerlendirmesi yapıyorum. Yoksa solun Türkiye tarihinde verdiği mücadele, geçmişten bugüne taşıdığı mirası yok saymak haddime değil, kendi gerçekliğimi reddetmiş olurum.
Başa dönersek; bütün bu ilkeler manzumesi dik duruşun gerekçesiydi, ta ki KÖH ve HDP’nin % 10 barajını aşarak parlamentoya girişine kadar. Parlamento motivasyonunun olması iddiayı yükseltmek adına önemli olmakla beraber bu dönemin temel motivasyonu haline gelmesi problemli diye düşünüyorum. Temel hedefi toplumu değiştirmek, dönüştürmek olan pek çok kurum, yapı, çevre ve kişinin araç olan parlamentoya amaç olarak yaklaşması, gelinen noktada seçim sonrasında yeni tartışmalar ve kendimizi gözden geçirme ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Yer yer yoldaşlık ilişkisinin, yol arkadaşlığının, mücadele birlikteliklerinin göz ardı edildiği bir süreç yaşadık. Kendinden önce ötekini önceleyen, tavrı, duruşu, sözü ile farkını ortaya koyan, benmerkeziyetçiliğe karşı devrimci dayanışmadan beslenen kültürün yerini ne yazık ki önce ben, ben olmadan olmaz, diyen gidişe itiraz ediyorum. Kırılma dökülmelerin yaşandığı, bireylerin öne çıkarak toplumsal temsiliyetin merkezinin kendileri olduğu yanılsaması yarattığını görebiliyoruz. Araya tanıdıkların sokulduğu, içinde bulundukları kurumları referans gösterip buraları basamak olarak kullanma eğilimi, yılların dostluklarının bu rekabet içinde zaafa uğraması bu dönemin çokça konuşulacakları arasında.
Kişisel görüşüm siyasal atmosferin ve içinde bulunduğumuz koşulların kişilerin özel çabası, kendi özgünlükleri ve yetenekleri ile kotarılacak bir dönem olmadığı, tam tersine kolektif akıl ve mücadele ile karşı duruş sergilenebilecek bir dönem olduğu yönünde. Devasa sorunların çözüm beklediği ve toplumsal beklentinin, arzunun dorukta olduğu, kimsenin sabrının kalmadığı zamanlardan geçerken kişisel ikbal en son düşünülmeli, hatta bazı ödünler verilerek yan yana durmayı inatla başarmak gerekmekteydi. Bu ihtiyaca denk düşmeyen dar çıkar ve hesapların dönemi olmadığını bir kez daha hatırlamakta fayda var. Ağır bedeller ödemiş ve ödemeye devam eden Kürt halkının temsilcileri ödün vermekten kaçınmazken, sistemin tüm zoruna rağmen ötekileri yan yana getirmede üzerine düşeni yapmak için fazlasıyla çaba gösterirken; devrim, sosyalizm iddiası ile yola çıkanlar da benzer çaba içinde olabilmeliler.
AKP ve tek adamın bu seçimlerle gideceği olasılığının yüz yıllık sistem gerçeğinden kurtulacağımız anlamına gelmediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Her şey bir anda güllük gülistanlık olmayacak. Sonrasını inşaa edecek, bu inşaada söz sahibi olacak kararlılıkta ve güçte olmak için kişiler değil örgütler, örgütsel bütünlük ve kararlılık gerekiyor. Bu süreci özel çabaları ile sırtlayacak arkadaşlarımız da olacak elbet ama aslolan kolektif, disiplinli, birbirini gören, ortak akılla hareket eden örgütlü birlikteliğimizdir.
Geriye dönüp baktığımızda sıkı sıkıya tutunduğumuz ilkeler onurumuz ve tarihimiz olarak gelecek kuşaklara kalmalı. Kişisel statünün parlatıldığı alan “bizler”i teslim almışsa, bu ortak sloganımızda dediğimiz gelecek gençliğin ve sosyalizmin eksi hanesine yazılacaktır.
Ezcümle; seçime hala 20 günden az var. Kişisel kırgınlık ve hırslara teslim olmadan var gücümüzle çalışmaları büyütmek, sonuçlarını kendimizin belirleyeceği seçimin kaybedeni olmamak için seferber olma zamanıdır.
(Esengül Demir HDK Eşsözcüsü)