Halk Sağlığı Söz Konusuysa Patent Bir Engel(mi)dir?

Halk Sağlığı Söz Konusuysa Patent Bir Engel(mi)dir?

“Tanrı için tek bir şey imkânsızdır: Gezegendeki herhangi bir telif hakkı yasasında herhangi bir anlam bulmak.” Mark Twain

Pandemi bir ‘Halk Sağlığı’ sorunudur ve halk sağlığı tekellere bırakılamaz.

Her şeyden önce Sağlık hakkı; “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde” açıkça tanınan ve insan haklarına ilişkin en temel çok taraflı antlaşmalardan biri olan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi”nde de yer alan en temel haklardan biridir. 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de 1978 tarihli ‘Öncelikli sağlık Hizmetlerine ilişkin Alma -Ata Bildirgesi’ sağlık hakkının temel bir insan hakkı olduğunun altını çizmiş ve mümkün olan en yüksek sağlık seviyesine ulaşılmasının dünya çapındaki en önemli toplumsal hedeflerden biri olduğunu ifade etmiştir.

Bu tanımlamalar ve uluslararası kabul ve onay görmüş anlaşmalar ışığı altında pandemiler bir halk sağlığı sorunu olup evrensel sağlık hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken bir konudur.

İnsanlık tarihi boyunca birçok salgın hastalık büyük kayıplar verdirmiş AIDS, EBOLA, yeni grip türleri gibi birçok bulaşıcı hastalığı şimdi de yeni bir Korona virüs türü olan COVID-19’u bu salgın hastalıklar listesine eklemiştir. 20. Yüzyıl başlarında gerçekleşen ve yaklaşık 50 milyon kadar insanın ölümüne yol açan İspanyol gribi ile tam karşılaştırma yapılması henüz erken olsa da COVID-19’un insanlık açısından oldukça yıkıcı bir tahribata yol açacağı öngörülmektedir. Hatta bu salgına hazırlıksız yakalansak da DSÖ 2019 yılında yayımladığı küresel sağlığa en büyük on tehdit unsuru listesinde küresel bir grip benzeri salgına yer vermiştir. Yani bilimsel olarak bu tarz bir salgının kapıda olduğu ortadaydı.

DSÖ küresel boyutta salgınlarla mücadelede Birleşmiş Milletlerin en büyük uzmanlık kuruluşudur ve bulaşıcı hastalıkla ve salgınlarla mücadele etmek üzere küresel sağlık meselelerine yönelik hukuki düzenlemelerin yapılması ve gerekli uluslararası iş birliğinin sağlanması noktasında da kuşkusuz ki temel merci konumundadır.

Ama görünen tabloda her türlü krizlerde kendine pay çıkarmayı ve erk sahibi olma hırsı içindeki güçlerin karşısında neredeyse bir emir eri gibi hizmet ettiği gözlendi ve yetersizlik noktasına geldi, organizasyon amacı tartışılır oldu.

Tartışmanın göbeğinde ise asıl şu soru bulunuyor: Aşı patent haklarının kaldırılması korona pandemisiyle mücadelede gerçekten işe yarar mı yoksa insanlık açısından hayati öneme sahip aşıların geliştirilmesi ve üretilmesine engel mi olur?

İlaçlara daha kolay erişimi savunan Medicines Law & Policy adlı kuruluşun direktörü Ellen't Hoen patent haklarının askıya alınmasını sağlayan özel bir düzenlemeden yana. Hoen, "Büyük aşı üreticilerinin birçoğu yerleşik. Tüm üretim kapasiteleri kullanılmalı. Bu da know-how (bilgi birikimi) ve teknolojiye sahip olanların bunu aktarmalarını gerektiriyor" diyor.

COVID-19 pandemisinden çıkış için insanlığa umut olan aşı, şirketlerin kar hırsı ve zengin ülkelerin aşı stokçuluğu yapması nedeniyle yoksullar için yeni bir eşitsizliğe yol açtı. 

Aşılar daha üretilmeden şirketlerle ön anlaşmalar yapıp nüfuslarından katbekat fazla aşıyı rezerve eden gelişmiş ülkeler aşılamaya başlarken yoksul ülkelerin çoğunda nüfuslarının %2-3 ü ancak aşıya ulaşabilmekte onlarda zaten az sayıda ki elitler sınıfı olmaktadır. (özellikle de Afrika ülkelerinde durum çok çarpıcıdır) . Bu durum salgını küresel olarak kontrol altına almayı da engelliyor. Dünya Sağlık Örgütü Direktörü küresel anlaşmalara dayanan yaptırım gücü ve koordinasyon görevini unutmuşçasına ‘Aşılamada ahlaki çöküş yaşanıyor’ ifadeleri ile olayı basitleştirmiş “her şeyi bilen ama hiçbir şey yap(a)mayan kurum” misyonuna bürünmüştür.

Zengin ülkeler nüfuslarının birden fazla kez aşılanabileceği boyutlarda stoklar yaparken İngiltere merkezli bir çalışma dünya nüfusunun beşte birinin 2022’ye kadar aşı olamayacağını söylüyor.

Yoksul ülkeler güvenilirliği kanıtlanmış aşıları edinmekte zorlanırken, patent sözleşmeleri ucuz ve yaygın aşı üretimini engelliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün pandeminin başında kendini zoraki açıklama durumunda hissettiği uluslararası gönüllü bilgi havuzu için yaptığı dayanışma çağrısı, özellikle aşı geliştirmede önemli birikime sahip ABD, Britanya, Çin, Almanya gibi devletler ve ilaç şirketleri tarafından kabul görmedi.

Ancak, küresel aciliyet durumunda sağlık teknolojilerinin paylaşılmasını savunan örgütlenmeler de giderek çoğalıyor.

Bu nedenle DSÖ devlet dışı aktörlere yani sivil topluma yönelik (meslek örgütleri, sendikalar gibi) katılım olanaklarını arttırmalı, katılımları için olanaklar yaratılarak devletler üzerindeki sivil toplum denetimi uluslararası bir zeminde oluşturulması sağlanmalıdır.

Az gelişmiş ülkelerin ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de Dünya Sağlık Örgütü'nün fikri mülkiyetle ilgili kurallarının yoksul ülkelerde aşı üretiminin yayılmasının önünde bir engel teşkil ettiği görüşünde.

Yardım kuruluşları ise dünyada aşı dağıtımındaki eşitsizliği patent koruma haklarıyla ilişkilendiriyor. Alman yardım kuruluşu Brot für die Welt'in açıklamasına göre müreffeh ülkelerde her dört kişiden biri koronavirüse karşı aşılanırken yoksul ülkelerde bu oran her beş yüz kişide bir. Açıklamada "Bu orantısızlık daha fazla aşı üretilmesi ve bunun için gereken fikri mülkiyet halklarının belirli koşullar altında askıya alınmasının acilen gerekli olduğunu ortaya koyuyor" denildi.

Pandemiden korunma için umut olan aşıya erişim aşı tekelleri yüzünden kalkınmış ülkelerin yurttaşlarına sunulan bir ayrıcalık olmuştur. Oysa küreselleşmiş bir dünyada küresel bir salgınla mücadele için dünyanın her yerinde, hiçbir kesimin ve bireyin göz ardı edilmeden önlemler alınması gereklidir. Özellikle kadınların COVID-19’la mücadeledeki kritik rolü ve mevcut krizin mülteciler ile çocuklar gibi kırılgan durumlardaki kişiler üzerindeki etkisinin asgariye indirilmesi gerekmektedir. Fakat bugünlerde aşı üreten şirketler tüm dünyaya aşıları eşit paylaştırmak yerine en çok parayı veren ülkelere aşıyı satmayı kendilerinde hak görmektedir. Çünkü aşı şirketleri kapitalist ekonomi gereği halktan toplanan vergileri kullanarak ürettikleri aşılarda kendilerini insanlığa karşı değil hissedarlarına karşı daha doğrusu sermaye sahiplerine karşı sorumlu hissetmektedir.

Aşı stokçuluğu ile dünya üzerinde eşitsiz bir dağılıma yol açan aşı politikaları aynı zamanda aşı milliyetçiğini de tetiklemektedir. Aşılama hızıyla rekor kıran İsrail’de, Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler aşı programına dahil edilirken, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki yaklaşık 5 milyon Filistinli hariç tutuldu. Savaşlar veya çatışmalar sırasındaki mağduriyeti en aza indirmeye çalışan hukuk ilkelerine ve bu ilkeleri düzenleyen Cenevre Sözleşmeleri’ne açıkça aykırı olduğu halde, İsrail işgal altında yaşayan Filistinlilere COVID-19 aşısının eşit ve adil bir şekilde dağıtılmasını sağlama konusundaki uluslararası yükümlülüklerini umursamıyor.

İlaç şirketlerinin ürettiği milyarlarca doz aşıya hızlı ve güvenli bir şekilde erişmek, virüsün yayılma hızını kontrol altına almak adına büyük önem taşıyor. Bu aşıların eşit ve adil bir şekilde dağıtılması da bir o kadar önemli. Ancak, yeryüzündeki her insanı ücretsiz ve mümkün olan en hızlı ve güvenli şekilde aşılamak için ulusal ve uluslararası düzeyde koordinasyon halinde yürütülecek bir çabaya duyulan ihtiyacın karşısına, devletlerin koruyuculuğu altındaki ilaç şirketlerinin kâr güdüsü çıkıyor. Aşılara küresel erişimin önündeki engeller yalnızca büyük bir kısmının hâlâ test aşamasında olmasından kaynaklanmıyor, aynı zamanda hükümetlerin ve ilaç şirketlerinin bu düzenlemeler konusunda adil fiyatlandırmadan adil dağıtıma kadar, şeffaf ve hesap verebilir olmaması da hayati bir rol oynuyor.

Çizim: Henry WongKapitalizm COVID-19 öncesi olduğu gibi milyarlarca insanı ölüme götürüyor. Oysa insanlığa dair kaygısı olan bilim insanları da insanlığın sağlığı ile ilgili gelişmelerde patent hakkının tekeline karşı.

Türkiyeli bir bilim insanı olan Prof. Dr. İzzettin Önder’in bir basın açıklamasındaki şu sözler çok çarpıcı ve gerçekleri yüzümüze çarpan bir yanıttır:

“… Aşı olayının kapitalizm bağlamında çeşitli görüntüleri yansımaktadır. Aşı üreticileri insanlığa haykırıyor, sanki “ya canını, ya malını ver” der gibi. Sistem burada çok net anlaşılmıyor mu?

... Savaşla pandeminin farkı şudur ki, savaşta sermaye de zarar görürken, pandemide sermaye kâr sağlamaktadır. İşte, savaşla savaş dışı hal arasındaki farkı belirleyen de, kamusal güçleri harekete geçiren de sermayedir.

… Aynı sebepten dolayıdır ki, savaşta ölenlere şehit denir, pandemi ile savaşırken ölenlere ise ceset denir, çünkü sermayenin artık değerden buraya ayırmada bir çıkarı yoktur

… Dünya Sağlık Örgütü’nün de kapitalist devlet aygıtı benzeri davranışıyla ne denli genel sistemin bir organı olduğu anlaşılmıştır.”

Bu tespitlere karşı çıkmak mümkün mü?

Yazımızı bir diğer bilim insanı olan çocuk felci aşısını insanlığa hediye eden Jonas Salk’ın slogan olmuş söylemi ile bitirelim:

“Güneşi patentleyemezsiniz. Ben bundan patent istemiyorum. Bu aşı insanlığa aittir”

AstraZeneca, Moderna, Pfizer ve Sinovac gibi şirketlerin başındaki bilim insanlarından da bu tutumu sergilemelerini beklemekteyiz.  Çağrımız, aşı geliştirme aşamaları tüm dünyanın bilgisine sunulması ve ilaç üretim kapasitesi olan tüm üreticiler tarafından üretilmesinin sağlanmasıdır.

Tüm insanlığın güneşi olan aşıyı patentleyemezsiniz!


Konuyla ilişkili diğer makaleler