Hepimiz Kaybed(il)en Taraftayız

Hepimiz Kaybed(il)en Taraftayız

12 Eylül 1980 faşist darbesinden bugüne, gelenek durumuna düş(ürül)müş örgütlerin üyesi veya sempatizanı işçilerin, o örgütlerine hâlâ yakınlık uymalarını, bağlılıklarını anlıyor, önemsiyor ve saygıyla karşılıyoruz. Buna karşılık, ileri yaşlara varmış – çoğu yorgun demokrat- kişiler, artık geçmişten dem vurup geçmişin mirasından beslenmeyi bırakıp –varsa- birikimlerini yeni kuşaklara ve örgütlere aktarmak üzere mücadelenin içine girmeliler. Çünkü “ya içindesindir hayatın ya da dışında.”

Artık, geleneğin devamı olduğunu dillendiren örgütler de geçmişle övünmeyi bir kenara bırakıp özeleştiri yaparak yeni –verili- koşullara göre yapılanmalara gitmeli. Çünkü 80 öncesi tüm örgütler, bir şeyleri eksik, yanlış yaptılar ki burjuvazi, çok da zorlanmadan, tüm sol ve sosyalist örgütleri, partileri, sendikaları buldozer gibi ezip geçebildi. Yani hepimiz yenildik. Hepimiz “yenilen” taraftayız. Önce bu gerçeği kabul etmeliyiz.

Türk Genelkurmayı, ABD’nin, uluslararası finans sektörün ve yerli işbirlikçilerinin desteğini alarak (ki Halit Narin’in ve Vehbi Koç’un Kenan Evren’e yazdıkları mektupları biliyoruz.), türlü entrika ve planlarla darbeyi adım adım hazırlamış, daha önceki darbelerden de dersler çıkararak günümüzde de devam edecek (eden) darbeyi gerçekleştirmiş; faşist silahlı güçleri ile TKP’yi de TİKKO’yu da Halkın Kurtuluşu’nu da Halkın Birliği’ni de Dev-Yol’u da Dev-Sol’u da TİP’i de TSİP’i de ; Türkiye işçi sınıfının güçlü örgütü DİSK’i de hatta içinde sol ve devrimci dinamikleri de bulunduran sarı sendika TÜRK-İŞ’i de yok etmiş, o günlerde “devrimci durum” tespiti yapan örgütleri de kolayca dağıtmış; darbecilerin söylemi ile, “bir daha dirilmemek üzere” tüm solu kendince silip süpürmüştür.

Bunun sonucu olarak tekelci sermaye ve işbirlikçi burjuvazi, 24 Ocak kararlarını hayata geçirme olanaklarını bulmuş ve liberal ekonomik modellerini, 80’li yıllarda ÖZAL iktidarlarıyla uygulamaya koymuş; devlet, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, kontrol altına aldığı “medya” ile “toplum mühendisliği”ni uygulamaya başlamış; böylece bilinçsiz, korkak, örgütsüz, bilimsel eğitimden yoksun; verilenle yetinen, “çok şükürcü” bir toplumu 1990’lı, 2000’li yıllarda yaratmayı başarmıştır. Son on yılda liberal ekonominin uygulayıcıları (AKP iktidarı), bununla da yetinmeyip sistemin içinde olan (var olmaya çalışan) CHP’yi, Kemalist yapılanmaları (ADD, ÇYD), Liberal kadın örgütlerini, çevreci yapılanmaları bile tehlikeli görüp pasifize etmeyi (Gezi eylemlerinin başlama sebepleri) amaçlamıştır. Çünkü kâr hırsı zirve yapmış vahşi kapitalizm, sadece insan emeğini değil, çevreyi, yer altı–yer üstü- tüm kaynakları kısa zamanda sömürebilmenin karşısında hiçbir güç ve örgütün direnmesini istememektedir.

Bütün bu uygulamalarla birlikte, “iktidar sarhoşluğu”na düşmüş AKP iktidarı, soygun ve yolsuzluklarını örtmek, gerek içeride gerekse dışarıda iyice köşeye sıkışan politikalarına yeni kapılar açabilmek için türlü siyasi entrikalara, torba yasalara dayanarak tüm toplum kesimlerini boğmaya çalışmaktadır. Bütün bu saldırılarak karşılık,

Ne yapmalı?..

Bu yaşananlar ve yaşanmakta olanlar karşısında Türkiye’nin sol ve sosyalist, demokrat örgütleri, siyasi partileri, sendikaları, geçmişteki yanlışlara tekrar düşmemek üzere (artık bir daha yenilme hakkımız(!) yok), “Kemalist” damarlarını tümden kesip, iktidarı köşeye sıkıştıran Kürt Özgürlük Hareketi ile birlikte mücadeleyi yükseltmeli; “devrim” hedefini es geçmemek koşulu ile, tüm ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, işsizlerin; Alevilerin, Lazların, Ezidilerin; gençlerin, kadınların, çevrecilerin demokratik taleplerini önceleyen “Demokratik Halk Cephesi”ni kurmanın yollarını acilen bulmaya koyulmalıdır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler