Kemal Türkler’i An(la)mak

Kemal Türkler’i An(la)mak

Kemal Türkler’in katledilmesinden sonra Ağustos 1980’de Kocaeli’nde yapılan “MHP ve Ülkü Ocakları Kapatılsın” mitingi.

Bir 22 Temmuz’u daha geride bıraktık. Kemal Türkler’in, evinin önünde pusu kurularak aramızdan alınışının üzerinden 38 yıl geçmiş. Bu yılda Kemal Türkler’in mezarı başında övücü konuşmalar yapıldı. Bunların hepsi doğrudur, haince düzenlenmiş bir suikaste uğrayan büyük başkanımıza vefa, bağlılık gereğidir.  Ancak bu çabaların Kemal Türkler’i anmak, onu anlamak ve sendikal mücadeleye bıraktığı mirası yeni kuşaklara aktarmaya yetmediği de bir gerçektir. Neydi Kemal Türkler’i eşitler arasından öne çıkaran ve bir işçi önderi yapan özellikleri?

Bir Öneri

Önerimi baştan yapmak istiyorum: Birleşik Metal-İş Sendikası, DİSK ve Kemal Türkler Vakfı bir yıl sonraki anma gününe denk gelecek bir tarihte “Kemal Türkler Sempozyumu” yapma hazırlıklarına başlamalı ve bunu açıklamalıdır. Kemal Türkler ancak bir sempozyum ile çeşitli yönlerden incelenebilir, politikaları ve sendikal ilkeleri ortaya konabilir ve ancak bu şekilde sendikal mücadeleye getirdiği yenilikler ve kazanımlar ortaya konulabilir. Elbette süreç tek düze değildir. Başarıdan olduğu gibi yenilgilerden de ders çıkarılabilir ve bu ancak Kemal Türkler’in hayatıyla özdeşleşmiş bir dönemi bütün yönleriyle incelemek ve ele almakla olanaklıdır. Buna her zamandan daha fazla ihtiyacımız var. Zaten sendikaların yüzde doksanı devletin güdümü altındadır. Önümüzde devasa sorunlar var ve bunları düşünürken tarihte neler yaşanmış, bunları bilmeliyiz. Sadece kahramanlık hikayeleri yetmiyor. Öyle olsaydı bu gün bu durumda olmazdık. O zaman tarihimize yeniden ve daha dikkatli bakmalıyız. Kemal Türkler nasıl bir yol açmış ve hangi yöntemleri kullanmış. Ben bir yazı çerçevesinde sadece bu öneriyi ve giriş babından bir kaç olayı ele almakla yetineceğim.  

Kemal Türkler'in MezarıBir Anı

22 Temmuz 1980 günü, elim haberi duyup sendikaya gelen Kemal Türkler’in ustası Sadık Çalışkan kederli ve ama öfkeli bir tavırla “Kemal’i koruyamadınız” demişti. Ne dediğini o anda tam anlayamamış ama içimde acımı derinleştiren bir iz kaldığını fark etmiştim. Aradan yıllar geçti. Maden-İş tarihi çalışma grubu olarak “Derinden Gelen Kökler” kitabı üzerinde çalışırken bu anımı da kaydetmiştim. Sonra notlarımızı kızı Nilgün’e ilettik ve onun da katkılarını istedik. Nilgün, bu notu okuduktan sonra “Halit Erdem acı duymakta haklıdır” diyerek babasıyla bir söyleşisini aktarmıştı. Bir gün babasına, “tehditlerin arttığını, bunun için daha başka önlem alınması gerekmiyor mu?” diye sorduğunda Kemal Türkler’in cevabı şu olmuş; “Kızım, önlem alınması gerekiyorsa onu örgütüm düşünür ve bana söyler…” Ayrıntısı kitabımızda var.

Günün Farkında Olmak

O günleri yaşayanlar hatırlar; solcular konuşmalarına, yazılarına başlarken herkes kendi meşrebine göre bir faşizm tahlili yapıyor ve faşizm tehlikesinden söz ediyordu. Faşizmi kitaplardan okuduklarımızla hayal edebiliyorduk. Türkiye faşizmi yaşamamıştı. Bu nedenle de üzerine çok konuşup, çok sözü edilmesine rağmen o gün nasıl bir aymazlık içinde olduğumuzu göremedik. Kemal Türkler’i gerçekten koruyamadık. Grevlerimizi, haklarımızı, sendikalarımızı koruyamadık. İki ay sonra gelen 12 Eylül faşizmi bunu bize tarif edilmez acılarla yaşattı. Grevde olan on binlerce işçi değil faşist cuntaya karşı, ekonomik hakları için bile direnemedi. Faşizmin saldırılarına karşı koyacak bir bir örgütlenme içinde değildik. Sonuçlar biliniyor. Her şey unutuldu. Cuntacılara karşı 30 yıl sonra açılan davaya kaçımız sahip çıktı. 12 Eylül faşizmi ile yüzleşilmedi, insanlık suçu işleyenler, işkenceciler yargılanmadı. Bu günün temelleri 12 Eylülle atıldı. Bu gün yaşadıklarımızın ve de yaşayacaklarımızın gerçekten farkında mıyız?

Uzun Soluklu Mücadele

Kemal Türkler’in önderliği ile özdeşleşen dönüm noktası 15-16 Haziran büyük işçi direnişidir. Bu olaya nasıl bakılacağı ve nelerin önemli olduğuna gelmeden öncesi ve sonrasından bir kaç kesit alarak önerimi güçlendirmeye çalışacağım. Bilinmesini istediğim bir şeyde; yazdığım her kelimenin ve olayın bu günkü sorunlar ve önerilecek mücadele yoluyla bağını kurmaya çalışmamdır. Eğer bu kaygı olmazsa hatıralarımızı veya içi boş övgülerimizi her zaman yazabiliriz. Ama bunlardan bir ders çıkaramayız.

Yıl 1954. İşçi ve emekçiler açısından ortam bu günlere benziyor. Grev yasak. İktidarın güdümünde ki sendikalar işçilerden “grev istemiyoruz” diye imza toplayıp dilekçelerle hükümete bağlılıklarını bildiriyorlar. İstanbul sendikaları bu ortamda “grev hakkı” konulu bir toplantı düzenliyor. Kemal Türkler’de konuşmacı ve konuşmasının ana vurgusu “grev işçi sınıfının hakkıdır” oluyor. Grev hakkı 1963’te alınıyor. Mücadele o günden sonra daha 9 yıl sürüyor. Yani grev hakkı, 1960 darbecilerinin, aydınların işçi sınıfına armağanı değildir. Arada ki mücadele dolu yıllarda yaşananları biliyor muyuz?

Direniş Yılları

60’lı yıllarda Derby ile başlayan, Demir Döküm, Sınger, Berec, Gıslaved, ECA direnişlerinin ana nedeni kanunların koyduğu sınırlamalara karşı işçi sınıfının isyanlarıdır. Bu direnişlerle işçi sınıfı öz güven ve kişilik kazanmıştır. İşçi sınıfı kişiliğini, Rıza Kuas’ın “İşçi Arkadaş Üstünü Aratma” bildirisiyle, devletin, sermayenin, patron sendikalarının işçilerin üzerinde estirdikleri teröre isyanla, direnişle kazanılmıştır. Bundan sonra ki kilometre taşlarını biliyoruz: İstanbul sendikalarının öncülüğünde, iktidarın Valisinin, devlet güdümlü Ankara sendikalarının karşı olmalarına rağmen o güne kadarki işçi hareketinin en büyük mitingi olan 1961 Saraçhane mitinginin ana gündemi; grev hakkı, işsizlik ve yoksulluğa karşı mücadele idi. 1963 Kavel direnişi; Anayasada grev hakkı var. Patron pervasız. Her türlü haksızlığı yapabiliyor. Ama işçi ya boyun eğecek ya da direnecek. İşte Türk-İş’in, Kavel patronlarının, Polis saldırıları ile kanunsuz grev diye kırmaya çalıştığı yasasız ancak meşru ve haklı direniş Kemal Türkler’in kararlı duruşuyla kazanıldı. Grev hakkı aynı yıl, 1963’te alındı.

Dönüm Noktası

Bu sürecin kilit taşı 15-16 Haziran büyük işçi direnişidir. Sebebini biliniyor; daha kuruluşunun üzerinden üç yıl geçmeden ama gelişen ve güçlenen DİSK’i, kanun çıkararak yasaklamak ve Türk-İş’in işçi sınıfı üzerindeki sendika tekelini devlet güvencesiyle sağlama almak. Parlamentoda siyasi partiler, Adalet Partisi, CHP anlaşmış. Türkiye İşçi Partisi güçsüz. Dilekçeler, görüşmeler sonuçsuz. İşçi sınıfının önünde tek yol var. Direniş. 1970 Ocak ayından itibaren tartışmaya başlayan ve örgütlenen işçiler meseleyi kavrıyor, yapılan haksızlığın farkına varıyor. Eğer bu kanun uygulanırsa; yeni yeni kurtulmaya başladığı bunca yoksulluğun, ağır çalışma şartlarının üstüne patron boyunduruğu tekrar vurulacak. Ankara’da Türk-İş, rakibi olduğu bir işçi sendikasının kanunla kapatılması için devletin kanatlarının altında kalmanın ezikliğini yaşıyor, ancak bu yolla kendi tekelini de kurmuş olacak.

Haklı Olmak ve Demokrasi

Sermayeye karşı hak mücadelesi veren işçinin karşısına devlet çıkıyor. İşçiler devletin, sermayenin ve Türk-İş’in çıkar birliğini görüyor. Direnişin en önemli unsuru gerçekleşmiş oluyor. İşçiler haklı olduklarının farkına varıyor, haklılık demokrasiyle buluştuğunda işçilerin birliğinden doğan güç ortaya çıkıyor. İşçilerin birliğini sağlayan ikinci temel unsur demokrasiydi. Gerçek manada “İşçi meclisleri” oluştu. Adalet Partisi’ne, Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Türkiye İşçi Partisi’ne oy veren, destekleyen işçiler kendi tuttukları partilerin değil kendi hakları ve bunu savunan örgütlerinin kararlarını dikkate aldılar. Tartışmalara herkes katıldı. Herkes sözünü söyledi. Önerilerini yaptılar. Gerçek bir demokratik süreç yaşandı. 14 Haziran günü tüm fabrikalardan 800 işçi toplandı. Burada da fabrikalarda tartışılan tüm öneriler dile getirildi. Ancak işçilere talimatlar verilmedi. Eylem biçimleri üzerine karar alınmadı. Fabrika Komitelerinin insiyatifine bırakıldı. Tabanın gücü, insiyatifi harekete geçti, fabrikalar arasında yatay bağlar kuruldu. Eylem biçimlerine, yürüyüşlere işçiler kendileri karar verdi. Bu güçle polis, asker barikatları aşıldı. Polis saldırısının olmadığı yerlerde hiçbir yerde olay olmadı. Halk, esnaf, gençlik işçinin yanındaydı.

Bedel Ödemeye Hazır

İki gün süren eylem ve yürüyüşler sıkıyönetim ilan edilerek, sendikacılar dahil yüzlerce işçi tutuklanarak durduruldu, ancak etkileri suya atılan taşın yarattığı dalgalar gibi büyüdü. Türkiye İşçi Partisi anayasa mahkemesine başvurdu. DİSK’i kapatacak olan 1317 sayılı kanunu hazırlayan, mecliste kabulüne parmak kaldıran Cumhuriyet Halk Partisi tavır değiştirdi. Yapılan haksızlığın yanlışlığın farkına vardı. Türk-İş’te muhalefet ayağa kalktı. Hükümet gücüyle sendika kapatmanın ağır yükünü hissettiler, utangaçta olsa karşı çıktılar. Aydınlar yazılar yazdılar. Bu iki uzun günün etkisiyle ülke muhalefeti canlandı. Sermaye partileri arasındaki mutabakat bozuldu. Türkiye İşçi Partisi’nin karşı çıktığı ve mecliste kabul edilen kanun uygulanamadı. Kadük oldu, sonrada ortadan kalktı. Patronlar sıkıyönetimi fırsat bilip DİSK’e bağlı sendikaların örgütlü olduğu fabrikalardan binlerce işçiyi işten çıkardı. Yüzlercesi tutuklandı. İşkence gördü, hapis yattı. Bir bedel ödediler. Bunu göze aldılar. Ve kazandılar.

Direniş sonrası yıllar

1970 direnişi ile DİSK işçilerin güvenini kazandı. Önemli ücret artışları ve sosyal haklar alındı. 1974 başka bir dönüm noktası oldu. Sol hareket işçiler arasında güçlendi. Genç, sosyalist işçi kuşağı yetişti, fabrikalarda, sendikalarda görev aldı. İşçi hareketi İstanbul, Kocaeli, Bursa, İzmir, Adana gibi sanayi kentlerinden Anadolu’ya taştı. Ceylanpınar’dan Murgul’a, İskenderun’dan Mersin’den Trakya’ya, Samsun’dan Seydişehir’e sıçradı.

13 Şubat 1976’da İstanbul Kapalı Spor salonunda binlerce işçinin katılımıyla kutlanan DİSK’in 9. Kuruluş toplantısında ki coşku 1 Mayıs 1976’nın esinleyicisi oldu. Kemal Türkler 1 Mayıs 1976’nın alanlarda kutlanmasını önerdi. Sonuçları biliniyor. Bundan sonraki süreç ayrıca ele alınmalı ve incelenmelidir. Kemal Türkler’in liderliği, öngörüsü, kararlı duruşu, yetenek ve çalışkanlığı Türkiye sendikal hareketine teorik ve eylemsel pek çok deneyim kazandırdı. Onun liderliği işçi sınıfının uzun ve zengin birikimlerle dolu tarihinde ki rolüne dayalıdır.

Yeni Bir Anlayışla Örgütlenme

Bugün Türkiye’de emekçiler geçmişte yaşamış olduklarından çok daha zor ve çetin koşullarla karşı karşıyadır. Devrimci sendikalar güçsüzleştirilmiş, işçi sınıfının örgütlü gücü dağıtılmıştır. İşçi ve emekçiler iş güvencesinden yoksun, ağır şartlarda çalışmaktan bunalmış, ekonomik olarak borçlandırılmış, gelecekleri rehin alınmıştır. İşçi sınıfı ağır bir ideolojik bombardıman altındadır. Fabrikalarda, iş yerlerinde dün var olan sınıf dayanışması, parti ve kimlik siyasetleri ve kutuplaşmalarla bölünmüş, parçalanmıştır. Yasa güvencesi kaldırılmıştır. Yetki alma, toplu sözleşme, grev hatta sendikanın varlığı veya yokluğu faşist rejimin müsamahasına, cumhurbaşkanının keyfi kararlarına bırakılmıştır. Bu günleri aşmanın yolu ve Kemal Türker’i anlamak buralardan başlıyor. Mücadeleci sendikacılığın devrimci karakter taşımasının en önemli iki ayağından biri; kanun sınırları içinde kalmayacak bir örgütlülük, ikincisi de demokrasidir. Yakın tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. İşin sırrı, hangi dinamikler hareket ettirilerek bu kazanımların sağlandığı, meseleye bu gözle bakılmasıdır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler