9 MAYIS 1945: İnsanlığın Sovyet Halklarına Saygı Günü
Bu ay, Hitler faşizmine karşı kazanılmış büyük zaferin 70. yıldönümü. Başta Rusya Federasyonu olmak üzere birçok ülkede coşkuyla kutlanılacak bugünün tarihi anlamı ve politik önemini irdelemek, komünistlerin, sosyalistlerin, devrimcilerin ve ilericilerin önünde bir görev olarak durmaktadır. Yazımızın konusu da budur.
Bilindiği gibi 25 Haziran 1941’de Nazi orduları SSCB sınırını geçtiler. Kızıl Ordu’nun farklı bir strateji çerçevesinde sınırlara yığılmış olmasını fırsat bilen faşistler, ilk başta hızla ülke içinde ilerlemeye başladılar. Ukrayna’nın büyük kısmı ve Kiev kaybedildi. Leningrad kuşatıldı; düşman Moskova kapılarına dayandı.
Stalin konuşuyor: İnsanlığın gözleri bizim üzerimizde
Bu zor koşullarda, hükümetin başkent Moskova’dan taşınması ve 7 Kasım Ekim Devrimi törenlerinin iptali önerilerinin ikisini de Stalin reddeder, ve 7 Kasım 1942’de Kızıl Meydan’da tarihi konuşmasını yapar. Süslü sözlerden uzak, ancak alabildiğine net, kararlı ve cesur bir konuşmadır bu. “1919’da 12 yabancı ülkenin ordusu topraklarımıza girmişti. Ne Kızıl Ordu’muz vardı, ne de sanayimiz. Büyük Lenin’in önderliği altında ülkemizi dev bir savaş karargâhına çevirdik ve düşmanı yendik. Bugün güçlü bir Kızıl Ordumuz ve Kızıl Donanmamız var. Sanayileşmeyi başaran ülkemiz büyük bir ekonomiye sahip. Yurt dışında bizle birlikte olan müttefiklerimiz var. Kazanmak için gerekli her şeye sahibiz.” Şöyle bitirir sözlerini: “Bugün Nazizm altında inleyen ve o tehlikeyle karşı karşıya olan tüm insanlığın gözleri bizim üzerimizde. Halklar bizden zafer bekliyor. Bu göreve layık olalım!” Törene katılan birliklerdeki askerler, tören bitiminde hep birlikte yemin ederler: Zafer kazanıldıktan sonra sağ kalanlar her sene 7 Kasım’da Kızıl Meydan’a gelerek bu muhteşem günü birlikte kutlayacaktır. Sonra beklemeden direkt cepheye doğru yola çıkarlar.
Partinin önderliğinde Sovyet halkları muazzam bir organizasyon ve disiplin örneği verirler. İlk aşamada 10 milyon insan ve temel askeri endüstriler Ural’ların gerisine taşınır. Ağırlıkla kadınların ve gençlerin iş gücüne dayanan sanayi, üretim kapasitesini katlayarak binlerce uçak, tank ve top üretir. Cephe gerisinde kurulan partisan birlikleriyle bağ kurularak ortak operasyonlar planlanır.
Moskova Savunması: Nazizmin yüzüne inen ilk tokat
“Yıldırım Savaşı” taktiğine güvenen Naziler, yazın başlattıkları saldırı sonunda Moskova’yı alacaklarına o kadar emindir ki, tüm giyim ve mühimmatları yaza göre ayarlanmıştır. Ağır kuşatma koşullarında Stalin ve Parti önderliği Moskova’yı bir gün bile terk etmez. Kadın, çocuk, yaşlı, milyonlarca Moskovalı şehrin etrafına siperler ve hendekler kazar. Moskova kışa kadar dayanmayı başarınca faşistler için ölüm çanları çalmaya başlar. Kızıl Ordu’nun karşı-saldırısı sonucu faşist ordular sonunda püskürtülür. Bu savaşta halkın ve askerlerin yanı sıra, komutanlar da insanüstü bir çaba sarf etmiştir. Savunmayı yöneten Mareşal Georgi Jukov 1 hafta boyunca bir dakika bile uyumaksızın savunmayı yönetir. (Nazilerin püskürtüldüğü haberi geldiğinde ise aralıksız 48 saat uyuyacaktır!)
Leningrad: “Devrimin başkentini kurtaralım”
Savaşın başında Leningrad’ı ablukaya alan faşistlerin amacı, halkı açlıktan ölüme mahkum etmek; öte yandan da bombardımanlarla şehri haritadan silmektir. Parti yönetimi önce, Rus halkının olduğu kadar insanlığın ortak hazinesi olan (ve bugün de dünyanın en büyük sanat müzelerinden biri olan) Ermitaj Müzesi’ndeki sanat yapıtlarını garantiye alarak cephe gerisine taşır. Mümkün olduğu ölçüde çocuklar diğer şehirlere yollanır. Halka ve askerlere sınırlı bir miktar ekmek verilmektedir. Başta çocuklar olmak üzere çok sayıda insan açlıktan ölür. Bu zor koşullarda (kendisi de o sırada Leningrad’da bulunan) Sovyet bestecisi D. Şostakoviç, ünlü “Leningrad Senfonisi”ni besteler ve Moskova’ya yollar. Yardım birliklerinin gelmesiyle abluka kırılır ve 900 gün sonunda Lenin’in şehri özgürlüğüne kavuşur.
Stalingrad: “Dişle, tırnakla, metre metre kazanılan zafer”
Moskova’dan püskürtülen faşistler Stalingrad’a yüklenirler. Amaç, Sovyet sanayisinin belkemiğine darbe vurmak ve Kafkasya’ya giden yolu açarak Baku’nun petrolüne el koymaktır. Savaşın kaderini tayin edecek olan bu şehir, insanlık tarihinin en kanlı muharebelerinden birine sahne olur. Kızıl Ordu ve Naziler, bazen tek bir bina için, bazen de bir binanın tek bir katı için günlerce savaşırlar. Şehir harabeye döner, ama ele geçirilemez. Sibirya’dan gelen Kızıl Ordu destek tümenlerinin Volga nehrine varmasıyla muharebenin kaderi değişir ve Almanlar teslim olur. Faşizme karşı savaşan tüm halklarda, Stalingrad zaferi öylesi bir coşku ve sevinç yaratır ki, Fransa ve İtalya’da “Stalingrad” adını taşıyan çok sayıda cadde ve sokak, bugün dahi var olmaya devam etmektedir.
Dünyada ve Türkiye’de komünistler: “Bizim sokağımıza da bayram gelecek”
Kızıl Ordu’nun kahramanca mücadelesi, tüm dünyada faşizme karşı savaşan komünistlere moral ve ilham kaynağı olur. Fransız direnişçi ve komünist Paul Camphin, Almanların idam mangasının önüne çıkmadan önce şu satırları yazar: “Bugün bu Cermen sürülerinin bizim büyük Stalin’imizin yönettiği kahraman Kızıl Ordu’nun darbeleri altında çöktüğünü görmenin sevinciyle yaşama veda ediyorum. Yaşasın Fransız Komünist Partisi!” Tüm komünistler bunun Alman halkına karşı değil, faşizme karşı bir savaş olduğunu asla unutmazlar. Bir diğer Fransız komünisti, Jean Pierre Timbaud, Nazi idam mangasının karşısına çıktığında, Alman askerlerinin suratına şu sözleri Almanca haykırır: “Yaşasın Almanya Komünist Partisi!”
Çoğu illegalitede veya hapishanede olan Türkiye komünistlerinin de kalpleri Kızıl Ordu ile atmıştır. Nazım, Bursa cezaevinde diğer TKP tutukluları ile birlikte gün be gün harita üzerinden savaşı izlerler, ve kendi kaderleriyle birlikte tüm insanlığın kaderinin Kızıl Ordu’nun mücadelesine ve zaferine bağlı olduğunu derinden hissederler. O günlerde Stalin’in, eski bir Rus atasözünden ilham alarak Moskova Radyosu’nda söylediği şu sözler, Türkiyeli komünistlerin ortak şiarı ve umudu olur: “Bizim sokağımıza da bir gün bayram gelecek!”
Karşı saldırı: Halkların kurtuluş süreci
Stalingrad zaferinden sonra, muazzam bir moral, savaş tecrübesi kazanan Kızıl Ordu, dev Sovyet endüstrisinin desteğiyle büyük bir karşı saldırı başlatır. Başta Kiev olmak üzere işgal altındaki Sovyet toprakları kurtarılır. Sıra faşizm altında inleyen Avrupa halklarını kurtuluşuna gelmiştir. Parti önderliğinin kararıyla, tüm Kızıl Ordu birliklerindeki siyasi komiserlere, askerlere yönelik tek bir siyasi eğitim konusu verilir: Proletarya enternasyonalizmi. Gidecekleri yeni ülkelerde halkla ilişki kurulacak, Kızıl Ordu’nun bir işgal ordusu değil, işçi ve köylülerden oluşan kardeş bir ordu olduğu, bu ordunun siyasi ideallerinin ne olduğu bütün bu ülkelerin halklarına anlatılacaktır. Bu ülkelerde başta komünist partiler olmak üzere tüm anti-faşist güçlerle işbirliği içinde savaşılacaktır. Böylece Bulgaristan’da Dimitrov’un Vatan Cephesi birlikleriyle, Yugoslavya’da Halk Kurtuluş Ordusu ile, Polonya’da Ulusal Ordu ile birlikte harekatlar düzenlenir ve Sofya, Bükreş, Belgrad, Prag, Budapeşte, Viyana ve Varşova kurtarılır. Faşizmin ezdiği bu halkların kimlik ve geleneklerine saygı gösteren Kızıl Ordu, örneğin Belgrad için düzenlediği saldırıda sadece partizanların değil, Yugoslav şehir mimarların da önerilerini dikkate alarak hangi binaların (tarihi değer taşıdığı için) asla bombalanmaması gerektiğini öğrenir ve buna göre hareket eder.
”İkinci Cephe”: Anglo-Sakson emperyalizminin utanmazlığı
Moskova önünden Almanların püskürtülmesinden itibaren Stalin, kendilerini “müttefik” olarak ilan eden İngiliz ve Amerikan liderlerine ikinci bir cephenin açılması için ısrar eder. Amaç, Hitler’in en fazla sayıda ve en seçkin birlikleriyle savaşan SSCB’ye nefes aldırmaktır. Ancak Churchill ve Roosevelt, bunu sürekli ertelerler. 1943’den 1945’e kadar, 2 yıl boyunca, Stalin’i oyalarlar. Amaçları bellidir: SSCB’nin çökmesi, ve sosyalizmin yok olmasından sonra Hitler’le uzlaşmak veya ülkeleri paylaşmak. Dünyanın en güçlü ekonomisine ve çok büyük bir insan gücüne sahip olan, ve Pasifik’te Japonlara karşı bu potansiyelin sadece az bir kısmını kullanan ABD, İngiltere ile birlikte, 2 yıl boyunca Sovyet şehirlerinin yok edilmesini, Sovyet insanlarının kitleler halinde yok edilmesini yalnızca seyreder. SSCB, sadece ve sadece kendi öz gücüne dayanarak Nazizmin belini kırdığında ve karşı saldırıya geçtiğinde, Anglo-Sakson emperyalistleri harekete geçerler. Kızıl Ordu, Avrupa’nın yarısını faşizmden kurtarıp Batı Avrupa’ya doğru yöneldiğinde, en nihayet “İkinci Cephe”yi açmaya ve bugün Batı medyasında abartı konusu haline gelen meşhur “Normandiya Çıkarması”nı yapmaya karar veriler. “Müttefiklerin” asıl amacı Kızıl Ordu’yu ilerileyişinde durdurmak, Almanya’nın tümüne ve direniş potansiyelinin çok yüksek olduğu, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz’e ilerlemesini engellemekti. Hitler’in Batılı müttefiklerin karşısına çıkardığı birlik sayısı, Kızıl Ordu’nun karşısına çıkarttıklarının ancak 3’te biridir!
Berlin’in düşüşü ve Zafer Günü: Savaşın “Başkomutanı”
Kızıl Ordu, Berlin’e doğru yürüyüşünü sürdürürken, Hitler, ABD ve İngiltere ile ayrı bir barış yapmanın olanaklarını zorlar. Maksat, “baş düşman olan Bolşevizm”e karşı ittifaktır. Ancak tüm dünyada SSCB ve Kızıl Ordu’nun prestijinin zirvede olduğu bu aşamada, Batılı liderler bunu göze alamaz. Kızıl Ordu sonunda Berlin’e girer ve 7 Mayıs 1945’te kızıl bayrak Reichstag’ın tepesine çekilir: Almanya teslim olmuştur.
Sovyetler Birliği, zaferin ertesinde Moskova’da görkemli bir tören düzenler. Eski bir Rus askeri geleneğine göre, savaşta düşmandan elde edilen bayraklar, törende ordunun başkomutanının ayağının dibine atılmaktadır. Bu çerçevede, Kızıl Ordunun ele geçirdiği Nazi bayrak ve flamalarının Stalin’in ayağının dibine atılması önerilir. Stalin bunu reddeder. Gerekçesi nettir: “Ordumuzun ve halkımızın Başkomutanı her zaman Lenin’di, bugün de öyledir”. Böylece törende, Nazi sancak ve flamaları Lenin’in mozolesinin merdivenlerine, insanlığın kurtuluşuna yıllardır ilham veren ve verecek olan büyük Lenin’in ayaklarının dibine bırakılır.
Savaşın bilançosu: Sovyet Soykırımı
Savaşın sonuçları Sovyetler için açıkça tüyler ürperticidir: 24 Milyon ölü!.. Bu, 4 yıllık bir savaş için insanlık tarihinin kaydettiği en büyük kayıptır. Faşistler köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, çocuk, kadın, yaşlı demeden Sovyet halklarını kitleler halinde katlederler. Sovyet halklarının 1930’lu yıllarda büyük bir coşku ve fedakârlıkla, neredeyse yoktan var ettiği endüstrinin ve tüm ekonominin 3’te 1’i haritadan silinir. Faşistlerin ateşe verdiği madenlerden bazılarındaki yangın ancak 1970’lerde sönecektir!.
Nazileri, işgal ettikleri diğer Batı Avrupa ülkelerine nazaran SSCB’de böylesine vahşice davranmaya iten neydi? Bu sorunun cevabı sınıf mücadelesinde yatmaktadır. Naziler Fransa’da, Hollanda’da, Belçika’da, Danimarka’da, kısaca burjuva devletlerde kendine kapitalistlerden ve sağcı politikacılardan çok rahatlıkla işbirlikçi bulabilmiş, burjuvazinin sağladığı bu siyasi ve ekonomik işbirliği ile Naziler nispeten rahat bir yönetim kurabilmiştir. SSCB’de ise 1930’lerde tamamlanma aşamasına gelen sosyalizmin inşasının ertesinde, işbirliği yapabilecek hiçbir sınıf, zümre ve siyasi kadro kalmamıştır. Kırım, Ukrayna ve Baltık’taki birkaç faşist-işbirlikçi yerel milliyetçiler dışında Sovyet halkları Nazilere hiçbir “işbirliği” zemini sunmamış, kendilerini neredeyse %100 oranında nefret ve kinle çevrili gören faşistler, sosyalizmi benimsemiş bu halkları yok etmekten başka bir çıkar yol bulamamıştır. Sovyet halkları, insanlık tarihinde ilk defa emeğin iktidarını kurmanın ve bu yolda kararlılıkla ilerlemenin bedelini bu savaşta çok ağır ödemiştir; görüldüğü kadarıyla da hala ödemektedir.
Utanmazca inkar edilen gerçek: Nazizmi yenen ana güç Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği’dir
Bu kadar büyük bir kayıp ve destansı bir mücadele, Batılı kapitalistleri en baştan rahatsız etmiştir. Öncelikle umdukları olmamış, Hitler Sovyetler Birliği’ni yıkamamıştır. Kızıl Ordu’nun zaferinden duydukları kompleks öylesine büyüktür ki, 1945’te Berlin’de ortak düzenlenen Zafer Törenine ABD ve İngiltere katılmaz!.. Sonrasında gelişen Soğuk Savaş süresince ABD ve Batı medyası ve film endüstrisi, yaptıkları yüzlerce cafcaflı filmle neredeyse Hitler’i kendilerinin yendiğine halkları inandırırlar. IBM, General Motors ve Standart Oil gibi Amerikan şirketlerinin yalnızca savaş öncesinde değil, savaş esnasında da Nazilerle sürdürdükleri işbirliği unutturulur. Halkların zihninde “şeytanlaştırdıkları” SSCB ve Kızıl Ordu, akıllardan silinir, Hitler’i yenerken canını veren milyonlarca Sovyet askerinin adı bile anılmaz.
Bu zehirlemenin solda da uzantıları vardır. Dünya ve Türkiye Solu’nda, özellikle 1992 ertesinde başta tavan yapan Stalin düşmanlığı, bu gerçekler karşısında birçok “solcu”yu kör ve sağır kılmıştır. “Despot, hasta ruhlu, muhteris ve vahşi diktatör” olarak görülen Stalin’in önderliğinde kazanılan bu zafere (sırf ona duyulan nefret yüzünden) solda hala dudak bükenler vardır. Bu utanç verici tavra en güzel cevabı bugün Rus halkı vermektedir. Her Zafer Günü kutlamasında Stalin’in posterleri Rusya şehirlerini kaplamakta, yaşayan gaziler onun resimleriyle yürümektedir. Savaşın gerçek tarihini öğrenmek, bizi bambaşka ve gerçek bir Stalin portresiyle karşı karşıya bırakmaktadır: Lenin’in anısına sadık, çalışkan, halkına yürekten bağlı, son derece kararlı ve cesur bir önder!. Büyük Zafer’in 70. yıldönümü, burjuva ve reformist propagandaların kirlettiği Stalin imajını yeniden keşfetmek ve onun mücadelesine sahip çıkmak için de bir vesile olmalıdır.
Bu ay Rusya Federasyonun’un her yerinde coşkuyla kutlanacak olan Zafer Günü’nde gericiliğe ve faşizmin karanlığına karşı insanlık tarihinde kazanılmış bu en büyük zaferi biz Tükiyeli devrimciler ve komünistler de kutluyor, bu uğurda canını veren Kızıl Ordu savaşçılarının ve Sovyet emekçilerinin anısı önünde saygıyla eğiliyor, bu zaferin bir gün tüm dünyada, “İnsanlığın faşizme karşı ortak zafer günü” olarak kutlanacağı günlere olan inancımızı bir kez daha tekrarlıyoruz.
2. Dünya Savaşı’nda ülkelerin kayıpları
ABD |
420.000 |
İngiltere |
450.000 |
İtalya |
454.000 |
Fransa |
550.000 |
Yunanistan |
600.000 |
Romanya |
800.000 |
Yugoslavya |
1.500.000 |
Japonya |
3.000.000 |
Polonya |
5.000.000 |
Almanya |
8.000.000 |
Çin |
16.000.000 |
SSCB |
24.000.000 |