Onbeşler’in Değeri, Önemi Ve Yol Göstericiliği

Onbeşler’in Değeri, Önemi Ve Yol Göstericiliği

 

Anadolu ve Rumeli halklarının İngiliz emperyalizmi başta olmak üzere işgalci güçlere karşı birlikte verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın yurtseverlik ruhu sıcaklığını koruyorken ve anti-emperyalist demokratik bir halk yönetimi için umutlar yeşerirken 28/29 Ocak 1921’de Onbeşler’in Karadeniz’de katledilmesiyle büyük bir kırılma yaşandı. Bu karanlık cinayet, bir dönüm noktasıdır.

O noktadan sonra halkların, azınlıkların, köylülerin, emekçilerin ve yoksulların değil, burjuvazinin bir avuç azınlığın çıkarı göre bir ekonomi politika hedeflenerek uygulanmaya başlandı.Onbeşler’in ülkeye dönüşünün  amacı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na aktif katılarak anti-emperyalist demokratik bir halk düzeni kurmaktı. Kurucusu oldukları TKP’nin programını ülke topraklarında yaşama geçirmekti. Çarlık Rusyası’nda Büyük Ekim Sosyalist Devrimi gerçekleşmiş,  Anadolu halklarını heyecan sarmış ve gözlerini yeni dünyaya çevirmişti. TKP programı yığınları sarıyor, karşılık buluyordu. Onbeşler’in katledilmesi ve TKP’nin yasaklanmasına rağmen komünizm düşüncesi ve örgütlenmesi yayıldı. Özellikle tütün işçileri arasındaki örgütlenme ve mücadele değerlidir, destansıdır.  TKP’nin I. Programı’nda “Sınıf mücadelesi ile özetlenebilecek olan işçi ve köylü devrimci hareketinin ana özelliği, bu hareketin toplumsal ve uluslar arası olmasıdır. Dünyanın her hangi bir ülkesinde yaşayan her hangi bir millete mensup işçilerin sermayedarlara aynı suretle mahkum ve ezilmiş olmaları onlar arasındaki dini, vatani ve her türlü ayrılığı son planda bırakarak birleşik kararlı ve devrimci uluslar arası bir millet doğmasına yol açıyor.” yazılıydı.

Burjuvazi amacına ulaşmak için demagoji yaparak politikasını sürdürdü. Din, milliyetçilik ve anti-komünizm faktörünü başından beri kullanmaktadır. Komünistlerin din, vatan, mülkiyet ve aile düşmanı olduğunu sistematik biçimde ileri sürdü. Burjuvazinin bu kampanyası yoksul halk arasında çok etkili oldu. Komünist kavramı dinsizlikle, aile düşmanlığıyla ve namussuzlukla eş olarak algılandı.

Anti-komünizmin zehirli oku kırılmamıştır. Sovyetler Birliği ve Dünya Sosyalist Sistemi’nin çökmesiyle başlayan emperyalizm/kapitalizmin zaferinin ardından her ne kadar anti-komünizmi rafa kaldırmış gibi görünseler de bugün de sürmektedir. İşçi sınıfının devrimci hareketinin ivme kazanması halinde yeniden açıkça ve şiddetle dillerine dolayacaklardır.

Bu kavramları alet ederek ülke içinde katliamlar yapmıştır. Dost ilişkiler içinde olunması gereken komşu ülkelere karşı ya savaş açmıştır ya da manevralar düzenlemiştir. Aslı astarı olmayan sudan bahaneler uydurarak halklar birbirlerine karşı kışkırtılmıştır. Milliyetçilik histerisiyle yoksul halkın yüzünü savaş çığırtkanlığına çevirirken ülkenin içinde açlığın, yoksulluğun ve sömürünün dozunu artırmıştır.

Bugün derinleşerek süren kriz, sömürünün, şiddetin, şovenizmin ve Kürt halkına karşı asimilasyonun dozu daha da artırılarak aşılmaya çalışılmaktadır. Temel hak ve özgürlüklerini isteyen yoksullar ve emekçiler, baskılara karşı direnen ve eşitlik isteyen ve cinayetlere karşı alanlara çıkan kadınlar, asimilasyona karşı direnen Kürtler baskı ve şiddete uğramaktadır. Burjuvaziye, AKP-Saray rejimine biat etmeyen herkes terörizm ile suçlanmaktadır. Türkiyeli devrimciler genel olarak din ve inanç konusunda sınıfta kalmıştır. Çoğunluk bu faktörün etkisini ya önemsemediler ya da farkında olmadılar. Kimisi de en büyük sorunun din sorunu olduğunu ileri sürerek temel çelişkiyi görmezden gelerek havanda su döver. Sonuçta her yanlış yaklaşım burjuvazinin elini güçlendirir. Din karşıtı her yanlış davranış halkta olumsuz tepkiler doğurur.

Toplumun ezici çoğunluğu din ve inanç faktörünün etkisindedir. Bu faktörler kimi yer ve zamanda işin, aşın ve gelecek duygusunun yerini alabilmektedir. Katliamların, soykırımların çoğu, “Din elden gidiyor!”, “Komünistler camileri yaktı.”  belgisiyle ve benzer motifler kullanılarak yalan üzerine kurulmuş bir politikanın aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.  Malatya, Maraş, Çorum, Fatsa, Sivas katliamları yaşanmış örneklerdir.  Din faktörüyle yoksul yığınlar kısa zaman içinde galeyana getirilerek katliamlar yapılmıştır. Akla hayale gelmeyecek yöntemlerle çocuk, kadın, erkek, genç-yaşlı demeden oluk oluk kan akıtılmış vahşetler yapılmıştır.

Türkiye’nin özgün özellikleri vardır. Türkiye devrimci güçleri ülkeye has ekonomik, politik ve sosyal özellikleri göz önünde bulundurarak politik örgütlenme ve çalışma yapmak zorundadır. Aksi halde yapılan her çalışma ve örgütlenme geri teper. Göreceli bir yığınsallaşma olsa da önünde sonunda geri çekilir, duraksar, gevşer, çöker ve sönümlenir. Geçmişte TKP’nin Atılım Dönemi ve günümüzde Halkların Demokratik Kongresi/Halkların Demokratik Partisi, Kürt Demokrasi ve Özgürlük Hareketinin ivme kazanarak dev yığınsallığı doğru politikaların, özverinin ve ödenen bedellerin bir sonucudur.

TKP’nin Atılımı gerçekleştirerek savaş bayrağını yükseklere taşıması uzun süreli usanmadan bıkmadan yaptığı çalışmaların, nesnel koşulları çok iyi kavrayarak değerlendirmesi ve ona göre yaratıcı bir örgütlenme yapması, çalışması ve uygun bir mizaçla milyonların kalbini kazanmasıdır. Günümüzde Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesinin vardığı muazzam güç ve yığınsallık, belirttiğimiz niteliklerin bir sonucudur. Yığınlar balık hafızalı değildir. Yeter ki çalışmalar yığınlarla buluşabilsin! Gerisi yığınların işidir. Su, yolunu bulur.

İşçiler, devrimciler ve komünistler tarihe doğru yaklaşmalı ve eleştiri-özeleştiriyi yerinde yapmalıdır. Aksi halde işçi sınıfı ve halk yığınları üzerinde olumsuz etki yapar. İşçi sınıfı ve yoksul yığınları örgütlemeden ve mücadelen alıkoyar. Doğru çalışmalar tuğla üstüne tuğlayı koyar, duvarı örer ve yükseltir.

TKP’nin yaşdönümlerinde olduğu gibi Onbeşler’in katledildiği 28/29 Ocak anmasında da yazılıp çizilenlerden geçilmiyor. Bir furyadır sürüyor. Kuşkusuz Mustafa Suphi ve ondört yoldaşı ne kadar çok kişi ve çevreler anarsa iyi bir davranıştır. Ancak yazılanlar ve sosyal medyada paylaşılanlara baktığımızda yapılanların çoğu geçmişe bir nostaljidir. Bu gün kaç kişi Mustafa Suphi ve TKP’yi doğru kavramıştır? Kaç kişi O’nun kurduğu partisine sahip çıkıyor, o yönde bir mücadele veriyor? Politik mücadele tek başına verilemez. Örgüt ve yığınlar olmadan devrimci bir politika yapılamaz ve devrim ile taçlanamaz.

Tam tersine TKP ve Mustafa Suphi adı kullanılarak onlarca yapı, sosyal medya bloğu, sitesi vb. bulunmaktadır. Geçmişte saflarında yer alanların bir kısmı akıl dağıtmaktan ve bilgi kirliliği yaratmaktan öte bir misyonları yoktur. Halbuki devrimci bir irade ortaya koysalar yapabilecekleri çok şey vardır. Ayrı ayrı durmak ne kendilerine bir hayrı olur ne de işçi sınıfına ve onun avangart koluna. Tarih yargılamakta ve karar vermekte acımasızdır.

12 Eylül faşizminden bu güne kırk yıl geçti. Kalbinde bir dirhem de olsa Mustafa Suphi sevgisi, sınıf kini, geleceğe inanç ve sorumluluk duygusu olan biri duvarın örülmesine katkı yapar. İnsanın kişiliği ve yaşamı, özel yanıyla genel yanıyla bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz. Bir yanı vitrine diğer yanı çamura atılamaz. Bir komünisti komünist yapan bu özelliklerdir. Yoksa kelaynaklar gibi her biri bir tarafta toprağa karışır. Sessiz sedasız, adressiz…

Onbeşler’i anmak; düşüncelerinin ve yaşamlarının iyi kavranması, buna yönelik bir mücadelenin verilmesi ve geliştirilmesi demektir. Gerisi lafı güzaftır…


Konuyla ilişkili diğer makaleler