Barış Hakkı
Uluslararası ilişkilerde liberal bir perspektif sunan, “demokratik barış tezi”ne göre, demokratik hakim devletler insan hakları, özel mülkiyet, girişim özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, siyasi çoğulculuk esasları kapsamında yurttaşlarının desteğini yitirmemek için, birbirleriyle “barış içinde yaşama”yı tercih ediyorlar. Aynı devletler, Dünya’da istikrarın hüküm sürmesi için, gerekirse hasımlarına karşı kullanmak üzere “askeri güce” sahip olmayı “meşru” görüyorlar.
Örneğin, nükleer silahların varlığı, dünya barışı için önemli bir “güvence” olarak değerlendirilirken, nükleer silahlardan “tamamen arınma” yerine, “yanlış ellere yayılması” önlenmeye çalışılıyor.
Savaş
Devletler tarafından, silahlı güç unsurlarının tamamının veya bir kısmının kullanılması suretiyle icra edilen, kuvvet kullanılmasını içeren, düşmanca niyet ya da eyleme, “savaş” diyoruz. 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu’nda da buna yakın bir “savaş” tanımı yapılmıştır.[1] Buna göre, savaş kuvvet kullanma hâlidir, düşmanca bir tutum ve/veya eylem içerir, hukuki bir durum yaratır ve faili devletlerdir.[2]
Savaşa karşı çıkmak, barıştan yana olmayı gerektirir. Barış, yapısal şiddetin ortadan kaldırıldığı bir ortamın yaratılmasıdır. Savaşa ve şiddete maruz kalan insan, bedenen ve ruhen zarar görür, sahip olduğu hak ve özgürlükleri kullanmaktan mahrum kalır. Barış bu anlamda bir insan hakkıdır.[3]
Savaş türleri
Tarihte ve günümüzde devam eden savaşları; "sınır/toprak savaşları", "ihtilal/ideoloji savaşları", "bağımsızlık savaşları", "hegemonya savaşları", "din/mezhep savaşları", "veraset savaşları", "iç savaşlar", "ekonomik savaşlar” ve “hukuk temelli savaşlar” olmak üzere dokuz ana başlık altında sınıflandırmak mümkündür.[4] Savaşın "süregiden" bir hâl olduğu vurgulanırken, çatışmaların sürekliliği, "olmazsa olmaz" bir şart olarak aranmamaktadır. Örneğin “Otuz Yıl Savaşları”nda[5] veya “Yüz Yıl Savaşları”nda[6] ya da diğer pek çok savaşta “çatışma” savaş boyunca devam etmemiştir.[7] Savaşların kapsam ve niteliğine göre, belirli bir bölge, sınırlı sayıda devletin katılımıyla ya da konvasiyonel silahların kullanıldığı savaşlar "sınırlı savaş" olarak adlandırılmakta,[8] bu nedenle henüz 3. Dünya Savaşı niteliğinde bir savaşın olmadığı söylenmektedir. Ki böyle bir savaşın olması halinde, ekolojik yaşamın tamamen yok olma ihtimali öngörülmekte ve sonucunun ne olacağı kestirilememektedir.
Propaganda yasağı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nde “Dünyada barış ve adaletin sağlanıp korunabilmesi” amacı deklare ediliyor. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası sözleşmede, “Savaş propagandası ve düşmanlığı savunma yasağı” kenar başlığı altında, “(1)Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır. (2) Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır.” (m.20) Yaptırımı, denetim yapacak örgütsel yapısı olmadığı için bağlayıcı olmayan bu temel argümana rağmen, savaşı savunanlar değil, barışı savunanlar, cezalandırmayla karşı karşıya kalıyorlar. Oysa barışı savunmak değil, savaşı savunmak suçtur. Devletler kendi imza koydukları temel kurallara rağmen, neden kendi yurttaşlarını cezalandırıyor? Bu “ahlaki bir sorun”dur. Devletler kendi savaş kararlarına karşı çıkan yurttaşlarını düşman safında görüyor. Bu yurttaşlarını toplumun diğer bireyleri karşısında “düşük” göstermek için her yolu deniyor. İşte bu nedenle araştırma ve incelemeye gerek dahi görülmeksizin, özgürlükçü, çoğulcu demokrasiye yakışır şekilde düşünce, inanç, kanaat ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirme yapılmıyor. Kolayca “hain”, “terörist” vb. suçlayıcı şekilde yaftalamalar ortalıkta kol geziyor.
Popper’in “zorunluluk” tezi
Savaşa karşı klasik bir “barış hareketi” ile karşı durulabilir mi?
Öğrencisi banker George Soros’u[9] da etkileyen, liberal bir filozof olan Karl Raimund Popper, “Ebedi barış”ın peşinde olan Immanuel Kant’ın yaklaşımıyla, “savaşa karşı savaş” düşüncesine anlam yüklüyor.[10] Popper’e göre barışı temin etmek için, barış hareketleri ya da siyasi yolla uğraşmak yeterli değildir. “Barışı temin etmek için minimal düzeyde de olsa belirli bir güce ihtiyaç vardır.” diyen Popper, “böyle bir amaç için örgütlenmiş, etkin ve etkili bir örgüt eliyle ebedi barış temin edilebilir”, diye düşünüyor. Gücün ifadesi olarak da, “Her tarafın atom bombalarıyla dolu olduğu bir dünyada, silahsızlanmayı önermek, tam bir nihilizmdir. Çok basit: Barışı elde etmek için silahtan başka yol yok.” diyor ve “dünya barışının silahlarla desteklenmesi gerektiğini” ileri sürüyor. [11]
Silahlanma yarışı
Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Genel Sekreteri ve 1958’den sonra başbakanlığı da üstlenen Nikita Kruşçev’in, 1961'de 100 megatonluk bir hidrojen bombasını deneme planına, bombanın yaratıcısı nükleer fizikçi Andrey Dmitriyeviç Saharov, “deney sonucu oluşacak radyoaktif serpintinin yaygın hastalıklara yol açabileceği kaygısıyla” karşı çıktı. Saharov bu itirazıyla 1975 Nobel ödülünü kazandı. Popper Saharov’un itirazını olumlu bulsa da, böyle bir silah üretmekle Saharov’u “suçlu” görüyordu.[12] “Hukukun üstünlüğünü” tesis etmek için, “minimal bir güc”e ihtiyaç olduğu tezinden hareketle, Bosna Hersek Savaşı’nda çözüm için, NATO’nun müdahalesini öneren Popper, silahlanma yoluyla barışın tesis edileceğini ileri sürerken, diğer yandan ürettiği silahtan dolayı Saharov’u suçlamakla çelişkiye düşüyordu. Bu tarihsel süreçte “anarşistler”in “mutlak özgürlük” istediği bir Dünya’da, “liberaller”in ve “sosyalistler”in, “denetlenmiş özgürlük” istedikleri ve hem kapitalist hem de sosyalist devletlerin silahlanma yarışında oldukları ortaya çıkıyor.
Birleşmiş Milletler
Dünya savaşları öncesine kadar her devletin savaşma hakkı olduğu kabul ediliyordu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden tarihte Dünya devletleri, Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü[13] çatısı altında bir araya geldiler ve “Hoşgörüyle davranmaya ve iyi komşuluk anlayışı içinde barışık yaşamaya, uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerini birleştirmeye, ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanmamaya, tüm halkların ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemesini kolaylaştırmak için uluslararası kurumlardan yararlanmaya,” dair amaçlarını deklare ettiler. BM’yi oluşturan taraf devletler, kurucu anlaşma ile uluslararası ilişkilerinde “kuvvet kullanmaktan kaçınma taahhüdü”nde bulundular.[14] Böylelikle yeni dünya düzeninin hukuki yönünü oluşturan BM sisteminde esas olarak, savaş yasaklanmıştır. Ancak BM'nin savaşı ortadan kaldırma iddiası başarısız olmuş, savaşlar devam etmiştir.
BM hukukuna göre “öz savunma hakkı” koşulları ya da BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan, devletlerin kendi aralarında savaşması yasaklandığından, bir devletin başka bir devlete savaş ilan etmesi, o devletin uluslararası hukuku ihlal etmesi anlamına gelmektedir. BM hukukunda “savaş yasağı”nın üç istisnası vardır: Bunlardan birincisi “öz savunma hakkı”dır.[15] Buna göre saldırıya uğrayan bir devlet bu saldırıyı defetmek amacıyla münferiden veya kolektif olarak doğal savunma hakkını kullanır. Bu hakkın kullanılmasına ilişkin düzenlemeler ise hakkın kullanılmasına karşı olmayıp, bu hakkın kullanılması esnasında kuvvetin sınırlarını belirlemeye yöneliktir.[16] İkinci istisna, “uluslararası barış ve güvenliğin tehlikeye düşmesi” halidir.[17] Soğuk savaş koşulları sona erdikten sonra oluşan yeni süreçte kuvvet kullanmaya dair, “insani müdahale” kriteri de kabul edilmiştir.[18] “Ortak çıkarların ve değerlerin korunması” için, 16 Mart 1988'de Halepçe'ye “kimyasal silah” kullanıldığı iddiası ile 1991 yılında, Irak’ın kuzeyinin “güvenli bölge” ilan edilmesi,[19]-[20] Bosna-Hersek'te 1 Mart 1992'den 14 Aralık 1995'e kadar sürmüş olan Bosna Hersek Savaşı’nda;[21] 1998-1999 yılları arasında, Kosova savaşında Sırpların Müslümanlara yönelik katliam yaptığı iddiaları üzerine NATO müdahalede bulundu.[22] Böylelikle BM’nin ortaya koyduğu yasallığın, yani “öz savunma hakkı” ve “uluslararası barış ve güvenliğin tehlikeye düşmesi” kriterleri aşılmış, ek olarak “insani müdahale” kriteri de eklenerek, NATO bir “dünya jandarması”na dönüştürülmüştür.
İşgalcilik
BM normları ilke olarak, bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve mevcudiyetine yönelik saldırıyı, barış ve güvenliğe yönelik tehdit olarak kabul etme eğilimindedir. Bir devletin silahlı gücünün, bir başka devletin ülkesine girmesi ve işgal etmesi karşısında, işgal edilen ülke devletinin silahlı gücü ya da halkı tarafından karşı konulması, haklı bir savaş olarak kabul görüyor ve ülkesini savunanlar, destekleniyor. BM hukukunda buna “öz savunma hakkı” deniliyor. Bundan dolayı bir devletin, diğer bir devleti işgal etmesinin ne tarafı, ne de destekleyeni olmamak ve buna sessiz de kalmamak gerekiyor.
Ayrımcılık
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ne göre sözleşme ile tanınan temel hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum veya herhangi bir diğer statü bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanmalıdır. Hiç kimse, hiçbir gerekçeyle, hiçbir kamu makamı tarafından ayrımcılığa maruz bırakılamaz.[23] Etnik kimliğin bir devlet doktrini ve vatandaşlık kriteri olarak kabul edilmesi, başlı başına insan haklarının ihlali anlamına gelmektedir. Böyle bir doktrin ve kriter, uygarlığımızın temelini, barışı ve kardeşliği tehdit etmektedir.[24] O nedenle ülke devletlerinin kendi içinde, etnik kimlik sorunundan kaynaklanan savaşları da günümüz dünyasının temel bir sorunudur. Bu konuda almamız gereken tutum, işgale karşı çıkarken, bir şehrin özerklik talebine kulak vermek olmalıdır.
Ukrayna örneği
Ukrayna’da olanlar, Ukrayna’nın tarihi ve toplumunun yapısı gereği, özel olarak incelenmesi gerekiyor. Rusya’nın diğer nedenlerinin dışında, Ukrayna’da yaşayan Rusça konuşanların dilinin yasaklanmasıyla başlayan huzursuzluklar, Kırım,[25] Donetsk,[26] Lugansk,[27] Zaporijya[28] ve Herson[29] gibi şehirlerin özerklik amaçlı referandum sonrası ilan edilen özerkliği, Rusya Federasyonu tanıdı. Bu çatışma ortamında, Ukrayna’nın NATO üyesi olma girişimini de bir güvenlik sorunu olarak gören Rusya Federasyonu, “kendi milletinden olan insanlarını koruma refleksi” ile hareket ederek,[30] 24 Şubat 2022 tarihinde de "özel bir askerî operasyon" başlattı.
Savaş hukuku
Savaş hukuku başlıca üç ana konuyu düzenlemektedir. Birinci konu, savaşa başvurma hukuku, ikinci konu savaşanların ve savaşa maruz kalanların hukuku, üçüncü konu savaşın sonlandırılması ve barış anlaşmalarının yapılması hukukudur. Çatışma hukukunun ihlalleri, ülkelerin iç hukuklarının ve La Haye Uluslararası Adalet Divanı, münferit uluslararası mahkemeler ve Uluslararası Ceza Divanı’nın yargı alanına girmektedir.[31]
Savaş tanımına göre, savaşan tarafların devlet ya da devlet niteliği kazanmamış topluluklar ile sömürge ya da ilhak altında, bağımsız bir devlet olma imkanı kazanamamış toplumların "Kendi geleceğini belirleme hakkı"nın[32] sonucu olarak, içine girdikleri çatışma ortamının “Uluslararasılaşmış silahlı çatışma” niteliğine bürünmüş olmasıyla, savaşın tarafı olarak görülmektedirler.[33] Bu durumda bir devletin hükûmetine karşı savaşan güçler “savaşan” statüsü kazanır, böyle bir “iç savaş”ta diğer devletlerin de silahlı çatışmalara şu ya da bu şekilde dâhil olması söz konusu olabilir.[34] Devletler, uluslararası kurallara tabi olmaktan kaçınmak amacıyla, “iç savaş”ı savaş kavramı dışında tutmaya, bunun doğal sonucu olarak da savaş hukuku değil devletin iç hukukunun uygulanmasını sağlamaktadırlar. Buna dair uluslararası alanda kural koyma çalışması olmuş ise de, bunların yeterince başarılı olduğu söylenemez. Uygulamada, bir kalkışmanın “iç savaş” statüsü kazanabilmesinin şartı, çoğunlukla “reel politika” ya da “kuvvetlinin hukuku” olmuştur.[35]
“Savaş dışı harekat” olarak nitelendirilen gerilla harbi esasen bir savaş stratejisidir.[36] Örneğin, Partizanların önderliğindeki Josip Broz Tito’nun, II. Dünya Savaşı esnasında, Yugoslavya’da; Fidel Castro ve Ernesto Che Guevera’nın 1957-1958 yılları arasında Küba’da; 1965’de Kongo’da; 1966-1967 yıllarında Bolivya’da; Mao Ze Dong’un 1947-1950 yılları arasında Çin’de; icra ettikleri harekâtları sayabiliriz. Bunun gibi daha birçok örnekler sayılabilir. Gerilla harekâtı ve kuvvetleri gayri nizami harbin sadece bir bölümünü oluşturur. [37] Çünkü gerilla hareketi salt askeri güçten ibaret değillerdir. İfade etmemiz gerekir ki, uluslararası hukuka göre, şiddet içeren terör eylemleri yöntemiyle yürütülen faaliyet ya da kalkışmalar ise, iç savaş olarak nitelendirilmemektedir.[38]
Savaş kuralları
1863-1864 Amerikan İç Savaşından bu yana insanlığın büyük acılar çekmesine neden olan savaşın hem önlenmesi hem de gerçekleşmesi durumunda yıkıcılığının sınırlandırılması için, savaş ilanı, kullanılacak silahların sınırları, hedefleri, doğanın, kültürel mirasın ve sivillerin korunması, esir ve yaralılara karşı muameleler gibi daha pek çok konunun kurala bağlanması düşüncesi oluşmuştur. 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ile birlikte 1977 tarihli iki ve 3. Ek protokol, uluslararası “insancıl hukuk”un temelini teşkil etmektedir.[39] Türkiye’nin de taraf olduğu Kimyasal Silahlar Sözleşmesi (KSS)’ne göre kimyasal silahların üretimi ve kullanımı yasaktır.[40]
Fincancı neyi ürküttü?
18 Ekim'de PKK’ya yakın medya organlarında, TSK'nın Kuzey Irak'taki bazı operasyonlarda "kimyasal silah kullandığı" iddia edilerek, bazı fotoğraf ve video görüntüleri servis edildi. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyeliğinin yanı sıra, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Ceza Hukuku Araştırmaları Derneği üyesi ve Türk Tabibler Birliği Başkanı olan Dr. Rasime Şebnem Korur Fincancı, adli tıp, işkencenin saptanması ve rehabilitasyonu alanlarında uzman olarak, 20 Ekim 2022 tarihinde Medya Haber TV'de katıldığı canlı yayın yapan haber programında, Birleşmiş Milletler'in Minnesota Protokolü ilkeleri gereği, bu iddiaların bağımsız heyetlerce incelenmesi gerektiğini söyledi. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin kimyasal silah kullandığını iddia ettiği” yönünde yoğun bir medya ve algı operasyonu saldırısı altına alınarak, "terör örgütü propagandası yapmak" ve "Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, devletin kurum ve organlarını aşağılamak" suçlamasıyla soruşturma açıldı ve 27 Ekim 2022 tarihinde tutuklandı.
Benzerleri
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 20 Ocak 2018 tarihinde Suriye’nin Afrin Bölgesi’ne, “Zeytin Dalı Harekatı” adı ile başlatılan ve bugün halen devam ettirilen sınır ötesi operasyon nedeniyle, 1 Ocak 2018 tarihinde itibaren “Zeytin Dalı Operasyonu” süresince, önceden izin alınmaksızın yapılacak tüm etkinlikler yasaklandı.[41] Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin Kadın ve Genel Konferans Bileşenlerince 04.02.2018 tarihinde Ankara Plaza Otelde gerçekleştirilen 2. Olağan Konferansı sırasında yapılan basın açıklaması gerekçe gösterilerek,[42] Ankara Cumhuriyet Savcılığınca,“Terör Örgütünün Propagandasını Yapmak”, “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek” suçlarından soruşturma başlatılmış, tüm adı geçen oluşumların temsilcilerinin evleri basılarak gözaltına alınmış, uzun gözaltı uygulamasından sonra bir kısmı adli kontrol serbest bırakılmış ise de, bir kısmı tutuklanmıştı. Zamanla duruşmalarda tüm temsilciler tahliye edilmiş ise de, dava halen devam ettirilmektedir.[43]
Bu örnekler gibi Türkiye yargısı önünde, sopa gibi bekleyen binlerce dosya var. Özet olarak; Resmi gerekçesi ne olursa olsun Türkiye’de savaşa itiraz etmek halen suç sayılmaktadır.
[1] 2941 sayılı (Kabul Tarihi:04.11.1983, R.G. Tarihi:08.11.1983, R.G. NO:18215) Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu m. 3/5. fıkrasında savaş:
“Savaş: Devletin bekasını temin etmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere Devletin
maddi ve manevi tüm güç ve kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılmasını gerektiren silahlı mücadeledir.” şeklinde
tanımlanmıştır.
[2] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.114
[3] 1945 yılında kabul edilen BM kurucu sözleşmesinde, insan haklarının hem ulusal ve hem de uluslararası düzeyde barış içinde anlamlı bir şekilde
hayata geçirilebileceğine vurgu yapılmıştır. Aktarım: Doç. Dr. Berdal Aral, “Asimetrik Saldırı Savaşları, Siyaset ve Uluslararası Hukuk”,
Uluslararası İlişkiler, Cilt 4, Sayı 14 (Yaz 2007), s.39-83.
[4] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.120-123
[5] 1618-1648
[6] İngiltere Kralı II. Edward’ın Fransa tahtı üzerinde hak iddia etmesiyle, 1337-1453 arasında, 116 yıl sürmüştür.
[7] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.118
[8] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.120-121
[10] Karl Raimund Popper, Bu Yüzyılın Dersi, “Üçüncü Dünya Savaşı Tehlikesi Var” Serbest Kitaplar, 5. Baskı, syf.77
[11] Karl Raimund Popper, Bu Yüzyılın Dersi, “Üçüncü Dünya Savaşı Tehlikesi Var” Serbest Kitaplar, 5. Baskı, syf.82-83
[12] Karl Raimund Popper, Bu Yüzyılın Dersi, “1962 yılı, Saharov, Horoşçov ve Sovyetlerin Gerileme Dönemi” Serbest Kitaplar,5. Baskı, syf.39-46
[13] Birleşmiş Milletler sözleşmesi, Birleşmiş Milletler adlı uluslararası örgütü kuran 1945 tarihli sözeşme. ABD'nin San Francisco şehrinde 51
kurucu devletin 50'si tarafından (Polonya hariç) 26 Haziran 1945'te imzalandı. Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi ve imzacı devletlerin
çoğunluğu tarafından onaylandıktan sonra 24 Ekim 1945'te yürürlüğe girdi.
[14] 111 maddeden oluşan anlaşmanın m.2/4. fıkrası ile taraf devletler uluslararası ilişkilerinde şiddete başvurmama taahhüdünde bulundular.
[15] BM anlaşmasının 51'inci maddesi,
[16] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.123
[17] BM anlaşmasının 39, 40, 41 ve 42'nci maddelerde belirtilen kademeli tedbirler çerçevesinde gerçekleşir.
[18] BM Güvenlik Konseyinin kararı ile gerçekleştirilmektedir. Welsh, J. M., 2008, “Güvenlik Konseyi ve İnsani Müdahale”, Lowe V, Roberts A.
Welsh J. Zaum D,“Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Savaş: 1945'ten Beri Düşünce ve Uygulamanın Evrimi” (535-562). Yeni York:
Oxford University Press; 2005 yılındaki BM reformu zirvesinde oybirliği ile kabul edilen koruma sorumluluğu “bir toplum iç savaş,
ayaklanma, baskı ya da devlet kusurundan dolayı acı çekiyorsa ve devlet bu sorunu ortadan kaldırmakta yetersiz ya da isteksizse, devlet
egemenliğine dayalı müdahale etmeme prensibi yerini koruma sorumluluğuna bırakır” şeklinde ifade edilmiştir (ICISS, 2001: XI).
[19] BM Güvenlik Konseyi’nin 688 sayılı kararı ile,
[20] BM GK’nin 733 sayılı kararı ile 1992-94 yılları arasında, Somali'ye müdahale edilmiştir.
[21] Bosna savaşı, BM’nin ve ABD’nin arabuluculuğunda 1995 yılında imzalanan Dayton Barış Antlaşması ile sona erdi.
[22] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.123
[23] AİHS m.14, Ek 12 Nolu Protokol m.1
[24] Giancarlo Bosetti, Söyleşi II (1993), 6. Bölüme Giriş, Karl Raimund Popper, Bu Yüzyılın Dersi, Serbest Kitaplar, 5. Baskı, syf.74-75
[25] Kırım, Küçük Kaynarca Antlaşması ile (1774) özerk oldu, daha sonra Rusya tarafından ilhak edildi (1783). 18 Mart 2014'te Rusya
Federasyonu’na katıldı.
[26] Donetsk (eski Stalingrad), 30 Eylül 2022 tarihinde, Rusya Federasyonu’na katıldı.
[27] Lugansk, 2014'ten itibaren Luhansk Halk Cumhuriyeti adı altında Ukrayna’ya karşı bağımsızlık mücadelesi yürütüyordu, 30 Eylül 2022’de
Rusya Federasyonu’na katıldı.
[28] Zaporijya, referandumla özerklik ilan etti, 30 Eylül 2022 tarihinde Rusya Federasyonu’na katıldı.
[29] Rusya Federasyonu güçleri tarafından ele geçirilmiş ise de, Rus güçleri şehri terketti ve Ukrayna güçleri hakim hale geldi.
[30] 2014
[31] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.118-119
[32] BM sözleşmesi kendi geleceğini belirleme (self-determination) hakkını tanımış olmakla beraber, bu hakkın kuvvet kullanma hakkı yarattığına
ilişkin bir husus içermemektedir. 12.08.1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerine ek uluslararası çatışmalara ilişkin 1977 tarihli I'inci Protoklün
1/4'üncü maddesi bu kapsamdaki çabaların kuvvet kullanmayı da içerebileceğini üstü kapalı olarak tanımıştır. (Pazarcı, Hüseyin, 2004.
Uluslararası Hukuk. Ankara:Turan Kitabevi, syf.518)
[33] Pazarcı, Hüseyin, 2004. Uluslararası Hukuk. Ankara: Turan Kitabevi, syf.532
[34] Pazarcı, Hüseyin, 2004. Uluslararası Hukuk. Ankara: Turan Kitabevi, syf.533
[35] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.119
[36] Taşdeler, N.H., 2009. Atatürk’ü Anma Günü Konuşması (10 Kasım 2009). İstanbul: Harp Akademileri Basımevi, syf.7
[37] Ali Bilgin Varlık, “Savaşı Tanımlamak: Terminolojik Bir Yaklaşım”, Avrasya Terim Dergisi, Cilt:1, sayı:2 (Eylül 2013), syf.124
[38] Roma İç Savaşı (M.Ö 100-M.S. 400), Amerikan İç Savaşı (1861-1865), Rus İç Savaşı (1917-1921), İspanya İç Savaşı (1936-1939), Yunanistan
İç Savaşı (1946-1949), Çin İç Savaşı (1945-1949), Lübnan İç Savaşı (1975-7990), Ruanda İç Savaşı (1990-1993) ve Yugoslavya İç Savaşı (1991-
1995) iç savaşlara örnek olarak gösterilebilir.
[39] Harp Halindeki Silahlı Kuvvetlerin Hasta ve Yaralıların Vaziyetlerinin Islahı Hakkında Cenevre Sözleşmesi; Silahlı Kuvvetlerin Denizdeki asta, Yaralı ve Kazazadelerinin Vaziyetlerinin Islahı Hakkında Cenevre Sözleşmesi; Harp Esirlerine Yapılacak Muamele İle İlgili Cenevre Sözleşmesi; Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi (Cenevre, 12 Ağustos 1949), Sözleşme, 21 Ocak 1953 gün ve 6020 sayılı Kanunla onaylanmıştır. R.G.:30 Ocak 1953, Sayı:8322, Düstur:III.Tertip, C.34; Silahlı çatışmalarda uygulanacak insani kuralların geliştirilmesi için, 1974'de Cenevre'de İsviçre hükümeti tarafından bir konferans düzenlenmiştir. Konferans dört zaman diliminde yapılmıştır: 20 Ocak-29 Mart 1974, 3 Mart-18 Nisan 1975, 21 Nisan-11 Haziran 1976 ve 17 Mart-10 Haziran 1977. Konferans, 8 Haziran 1977'de, 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek olarak iki protokolü benimsemiştir. Bu protokoller 12 Aralık 1977'de Bern'de imzaya açılmıştır. İki protokol de insan hakları ile ilgili yasadan etkilenmiştir.
[40] 13 Ocak 1993 yılında imzaya açılmış, 1997 yılında yürürlüğe girmiştir. Tam adı, Kimyasal Silahların geliştirilmesinin, Üretiminin,
Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’yi, 190 ülke imzalamıştır.
[41] 5442 sayılı İl İdaresi Kanunun 11/c maddesine göre 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 17. maddesi ve Olağan Üstü Hal
Kanunun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda, Ankara Valiliği’nin 21.01.2018 tarih 2018/1938 sayılı yazısı.
[42] HDK (Halkların Demokratik Kongresi), DTK (Demokratik Toplum Kongresi), HDP (Halkların Demokratik Partisi), DBP (Demokratik Bölgeler
Partisi), SYKP (Sosyalist Yeniden Kurtuluş Partisi), ESP (Ezilenlerin Sosyalist Partisi), DP (Devrimci Parti), Yeşil Sol Parti, SODAP (Sosyalist
Dayanışma Platformu)’nun imzasıyla.
[43] Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/947 esas sayılı dosyası.