Karadeniz’den Bakış: Neyi Yanlış Yaptık?

Karadeniz’den Bakış: Neyi Yanlış Yaptık?

Karadeniz’den Bakış: Neyi Yanlış Yaptık?

Seçimler sosyalistler ve komünistler için hep tartışma konusu olmuştur. Devrimci ve sosyalist çevrelerde seçimlere ilişkin takınılacak tutum sorununu özellikle ülkemizde hep tartışma gündeminin İşçi sınıfının mücadele tarihi ve deneyimlerine, hatta daha dar anlamda Bolşevik mirasa sahip çıkma ve bu miras ışığında davranma iddiasında olan birçok çevre, parti ve örgütlerin farklı tutumlar takınmasına neden olmuştur.

Boykottan bağımsız adaylara, değişik ittifak ve blok siyasetleri çerçevesinde ile ve parti olarak seçime katılanlara kadar uzanan bir yelpaze ortaya çıkmış durumda. Oysa hepsinin   hareket ettikleri ilkeler aslında aynı veya benzer. En azından iddiaları bu. İlkeler aynı olmasına rağmen pratikler hep farklı olmuştur. Bizim ülkemizde pratiği etkileyen ve aslında bir şekilde sosyalist hareketin turnusol kağıdı olan Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) ile kurulan bağdır. Bir başka önemli bir sebebi tarihsel deneyimlerin farklı yorumlanışlarıdır.

Somut nesnel ve öznel şartlarla bağlantılı, çözümü her zaman kolay olmayan bir pratik sorun olması, seçimleri taktik bir sorun haline getiriyor. Doğru bir ilkesel zeminde durulsa bile farklı ya da yanlış taktikler izlenmesi mümkündür. Önemli olan bu taktiklerin doğruluk ve yanlışlıklarının tartışılabilir olmasıdır.

Marksizm burjuva parlamentolarını burjuvazinin egemenlik aygıtı olan devletin bir organı olarak kabul eder. Burjuvazinin, yani burjuva egemenliğinin organik bir parçasıdır.  Bu durum elbette parlamentolara işçi sınıfının ve diğer sınıfların temsilcilerinin, hatta devrimci temsilcilerin giremeyeceği anlamına gelmez. Aksine dünyada parlamenter deneyimin büyük bölümünde bunun sayısız örnekleri görülmüştür.

Burjuvazinin parlamentosuna temsilci sokmak bu tür temsilcilerin varlığı, bunların kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda parlamento zemininde de şu ya da bu biçimde bir mücadele yürütmeleri, parlamentonun sınıfsal özünü değiştirmemektedir. Sadece bilmemiz gereken ve eminim ki bunu bütün sosyalistler biliyorlar ve buna göre hareket ederek o meclise temsilcilerini gönderiyorlar, orada olmak, işçi sınıfının temsilcilerinin o mecliste sesinin olması da önemlidir. Engels’in de belirttiği gibi, burjuva düzende genel oy hakkı işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan bir göstergeden ibarettir.

Lenin, parlamentonun işlevi ve devletteki yeri konusunu şu sözleriyle anlatır: “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl ‘devlet’ işleri hep kulislerde görülür; bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca “saf halkı” aldatma ereğiyle, gevezelikten başka bir şey yapılmaz.” (Devlet ve Devrim)

Marksizm’de seçimlerin nasıl yorumlandığına kısaca baktıktan sonra son 1 aydır ülkemizin gündemini meşgul eden seçimlere geçelim.

Sevgili dostlar seçimleri hem yaşadığım bölge olan Doğu Karadeniz Bölgesi’nden , hem de yurt genelinden değerlendirmeye çalışacağım. Aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili adayı olduğum için özellikle Trabzon’u adım adım gezdim.  Daha çok gözlemlerim ve yaşadıklarım üzerinden anlatmaya çalışacağım ve bu yazıda tarafsız olmak için gayret göstereceğim. 

Burjuva muhalefet açısından bölgenin beklediği aday İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu idi. Yaşanabilecek değişimin İmamoğlu ile olabileceğine, Karadeniz bölgesinin bu isim çevresinde muhalefeti toplayabileceğine inanıyordu herkes. Bu inanış seçim sonrasında bile hala devam ediyor. 

Yaşanan onca olumsuzluklara rağmen devletin bütün gücünü arkasına alarak büyük bir avantaj ile seçime giren AKP’ye karşı seçimin rahatlıkla kazanılabileceği hala konuşuluyor.

Millet İttifakı

Millet İttifakı’nın bileşenleri -kısmen Rize dışarda tutarsak- bölgede özellikle İYİP ile  ortak bir çalışma yapmayı beceremediler. Özellikle Trabzon’da   İYİP tamamen ayrı çalışmayı seçti. Bu bir tercihti. Hiçbir toplantıda, İmamoğlu mitingleri hariç ittifakın diğer bileşenleri ile bir arada görünmek istemedi. 

Nitekim bu durum sandıklara da aynı şekilde yansıdı. Millet İttifakı’nın oyları ile Kılıçdaroğlu’nun oyları arasında 23 bin oy farkı oluştu. Millet İttifakı’nın milliyetçi kanadı ilk turda oyunu çoğunlukla Sinan Oğan ‘a verdi. 

Alanda konuştuğumuz İYİP’liler,  bu ülkenin kilidinin milliyetçiler olduğunu ispat etmek gibi bir dertleri olduğunu CHP’nin adaylık konusunda kendi adayını dayattığını ve baştan yapılan mutabakata uyulmadığını söylüyorlardı.

Aslında CHP’lilerin pek çoğu da Kılıçdaroğlu’na ikna olmamışlardı. Bütün bunların dışında CHP örgütlerinin listelerden dolayı oluşan küskünlükleri yüzünden alanda pek görülmemesi de ayrı bir etkendi.

CHP, merkezden yerelleri dinlemeden, örgütlerin istemediği isimleri listelerin başına koyması, çok fazla dillendirdiği tek adamlık söylemi kendi partisinde kullanılmaya başlandı. Kendi seçmeninin bile özellikle bölgemizde umudunu kestiği CHP artık hiçbir yerde umut değildir.

Oyunu yükselttiği ve yıllar sonra bir vekil çıkardığı Rize’de ise başarı seçim öncesinde yapılan çalışma ve ittifak ortaklarının isimlerinin ağırlığı ile geldi.

Artvin’ de de aynı sorunlar aday ismi üzerinden yaşandı. Yanlış aday gösterdiler. CHP iktidar yürüyüşü dediği seçimlerde bölgede her zaman yaptığını yaptı, kendisine gönül verenleri yine hayal kırıklığına uğrattı.

Millet İttifakı’nın diğer ortaklarının Rize dışında ittifaka hiçbir katkıları olmadı. Sıralamada da kendilerine yer bulamayan bu ortaklar varmış gibi davrandılar. Aslında AKP’yi özellikle bölgede geriletebilecek olan küçük ortakların kendi aralarında ortak liste yapmalarıydı. Ya da İYİP ile ortak liste oluşturulmuş olsaydı AKP 1 milletvekilini daha kaybetmiş olabilirdi.

Emek ve Özgürlük İttifakı

Emek Özgürlük İttifakı bileşenleri olan TİP ve YSP de bölgede ayrı listelerle seçime girdi. Genel olarak iki parti arasında afaki bir fark olmasa da TİP bölgede beklenen oyunu aldı. Stratejik oy propagandası iki partinin oylarının nispi olarak düşük kalmasına neden olduysa da TİP’in yarattığı sinerji özellikle sosyal demokrat, emekçi, yoksul bir kısım kesimlerde geleceğin umudu olarak her yerde anlatılandı.

YSP Kürt nüfusun daha yoğun olduğu Trabzon’da bir adım öndeydi. Trabzon TİP için daha iyi olabilirdi ama 2 milletvekilliği söylemi bu dönem için oyların yine yerlerinde kalmasına sebep oldu.

Cumhur İttifakı

Bölgede Cumhur İttifakı seçime girerken aslında çok da rahat değildi. Onlar da bölünmüşlerdi ne olacağını bilemiyorlardı. Erdoğan‘a karşı bir teveccüh olsa da halk AKP örgütlerinden çok rahatsızdı.

Hayat pahalılığı, konut sorunu, işsizlik, tarımdaki sorunlar, çevre meseleleri vb. insanların örgütlerle bağ kuramaması ve yaşanılan talana karşı tepki herkeste görünüyordu. Bunu AKP örgütleri de çok net olarak görüyorlardı. 

Bu durumu gören diğer ittifak bileşeni MHP belki bir vekillik alırım umudu yaşıyordu. Ama umulan olmadı. Cumhur İttifakı’nın seçmeni ittifakın çok da dışına çıkmadı. MHP bu durumu da kendisi için bir avantaja dönüştüremedi.

Gözlem ve Değerlendirme

Bölgede özellikle Trabzon’da özetle durum bu sevgili dostlar.

14 Mayıs seçimleri, Türkiye’nin bugüne kadar yaşadığı en kritik seçimler oldu diyebiliriz. Bu seçim sadece bir Cumhurbaşkanı seçme veya milletvekillerini belirleme seçimi değildi. Sonuçları itibariyle ülkemizi tamamen keyfi bir Başkanlık rejimine sürükleyen zihniyetin, bu rejimi iyice kökleştirmesi ve burjuva demokrasini bile tahammülü olamayan onu tamamen ortadan kaldıracak bir “tek adam rejimi”ni geri dönülemez bir biçimde egemen kılma seçimi olmuştur.

Bu tespiti böyle yapınca pek çok sosyalist arkadaş belki de kapitalizm üzerinden Marksist tahliller yapacak bizim için değişen bir şey yok diyecek biliyorum. Çünkü seçim döneminde bu tür tartışmaları çok yaşadık. Evet bizim için mücadele burjuva demokrasisini kazanmakla bitmiyor ama şartlar ne kadar zorlaşırsa mücadele de o kadar zorlaşıyor, nefes almamız ve hareket yeteneğimiz daha da kısıtlanmış oluyor.

Bu yüzden geniş kitleler için demokrasi mücadelesi vermekte sosyalist mücadelenin önünü daha rahatlatacaktır diye düşünüyorum.

Bu kritik demokrasi eşiğini geçemedik maalesef.  Şimdi bir sürü suçlu arıyoruz. Aramayın, hepimiz suçluyuz. Toplumun bütün kesimleriyle karar vermiştik tek adam rejimi yenmeye. Sosyalistler de bu kavgaya dahil oldu. Çünkü emeğiyle yaşayan işçiler, emekçiler ülkenin yoksul kesimleri, ötekileştirilenler, şiddete uğrayan kadınlar, lgbt bireyler, ezilen, yok sayılan halklarımız özellikle Kürtler top yekün kararlıydık.

Olmadı, beceremedik, çünkü hatalar yaptık. Hatanın büyüğü ise tabanlarının sesi olmak yerine kendi ikballerinden başka bir şey düşünmeyen, anlamsız ideolojik, teorik tartışmalara kendilerini boğanlar ile “bana bu kadarı yeter” diyenlerde.

Birleşmeyi değil yarışmayı seçtik. Oysa birleşe birleşe kazanacağız diye söylüyorduk yıllarca. 

CHP bu seçime girerken daha da sağcılaşmayı seçti. Sağcılaştıkça kaybetti. Aslında CHP kaybetmedi. O tarihsel misyonuna oynadı sadece kendisine umut bağlayan milyonlarca seçmenine kaybettirdi.

Daha en başında teslim olmuşlardı aslında. Aday bile olamayan birinin adaylığını kabul ederek olabilecek her şeye baştan razı olmuştu. Kitleleri sokaktan uzak tutarak, korkutarak AKP’nin ekmeğine yağ sürmüştü. AKP’nin en çok korktuğu muhalefetin sokağa çıkma olasılığı idi. Sokaktan çekilerek ve sokakları AKP’ye teslim ederek her şeyi orada kaybetmişti aslında.

Genel Başkanı’nı Cumhurbaşkanı adayı yapmasına rağmen onu yalnız bırakarak hatta gizli kapılar arkasında dolaplar çevirerek yalnız bırakmıştı.

Kendi örgütleri siyasi ikballerinin peşine düşerek milletin ikbalini çok da önemsemediler. Onlar için yerel seçimlerde aldıkları çiftlikleri yeterliydi. Bu ülkenin can çekişen işçilerinin, emekçilerinin, yoksullarının, ötekileştirilmişlerinin çok da anlamı yoktu zaten.

Seçimde Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun asıl rakibinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğu gerçeğini unutarak stratejik önceliğin ona verilmesi gerektiği unuttuk. Bütün enerjimizi ona yöneltemedik.  Daha çok kendimizle kavga ettik.

AKP karanlığından çıkmanın yolu birlikte hareket edip olabildiğince birleşmekten geçerken kitleleri peşimize katmayı becerebilmenin, ikna etmenin yolunu bulamadık.

En samimi tavır alan Kürt halkı ve onun siyasi temsilcileri oldu. Amasız fakatsız AKP karanlığı yıkmak için destek verdiler. 

Yine bir takım sosyalistler ve sosyal demokratlar oldu sınıfta kalan. Sosyal demokrat taban Kılıçdaroğlu’nun kazanabileceğine inanmadı. Onların kafasında hep İmamoğlu oldu. Ülkenin Kürtleri, sosyalistleri alanda daha yoğun çalışma gösterdiler.

Piro dedik, dede dedik sahip çıktık. Bugün eleştirdiğimiz CHP’nin kendisi ve liderlerine sahip çıkamadılar. Onlar bugün umutsuzluk ekiyorlar bu topraklara. “Ben haklıydım” demekle olmuyor, sizleri kavgaya davet ettiğimizde “zamanı değil, iktidarın istediği bu zaten” diyordunuz.

Biz sosyalistler kurtuluşun sandıkta olmadığını bir türlü anlatamadık. Kurtuluşu hep sandıkta gören bu kesim bugün suçlu olarak birini arıyor. Kendilerine şimdilik Kılıçdaroğlu’nu seçtiler.

Yazının başında sosyalistler seçimlere nasıl bakar diye anlatmaya çalıştım. İşte kendini devrimci görüp küçük hesaplar yapanlar, devrimci örgütlerin içini boşaltanlar, birbirinin yoluna taş koymaya çalışanlar suçludurlar.

Suçlu aramayı bir tarafa bırakıp yeniden çayımızı demleyip şapkamızı önümüze koyalım. AKP yeniden uluslararası güçler tarafından tercih edilmiştir. Bölgedeki planları bitmemiştir. Şu bir gerçek artık; kendisine verilen suyu içmeyen bir devlet başkanı neyin korkusunu yaşamaktadır. Kimlere teslim olmuştur?

Seçim gecesi neleri yaşanmıştır? Neden bir saatten sonra bütün veri akışı durdurulmuş, herkes susmuştur?

Ülkeyi arka planda yönetenler Erdoğan‘ı ve AKP’yi iktidarda sadece halk nezdinde meşruluklarını sağlamak amacıyla tutmaktadırlar. Yaptıkları her şeyin halk karşısında artık AKP ve Erdoğan’ın temsil ettiği siyasal İslam anlayışından dolayı bir meşruluğu var. Bundan vaz geçmeleri mümkün değildir. Buna bugün milliyetçiliği de eklediler.

Sosyalistler ve Kürt hareketi yine bir araya gelmeyi başaramadı. Kürt hareketinin partisi o kadar kriminalize edildi ki Türkiyelileşme çabası bir türlü hayat bulamadı. Bugün Demirta ‘ın çıkışı, serzenişi bunadır. Hem Türkiye soluna hem de Kürt hareketine.

Artık bir seçim daha geride kaldı. Demokrasi mücadelesi devam edecek elbet. Ama asıl mücadelemiz devrim ve sosyalizm mücadelesidir. Parlamento önemlidir evet ama bütün enerjisini buraya akıtan sosyalistler kaybedenler olurlar. Onlar kaybederse sınıf kaybeder.

Toparlarsak sosyalist harekette seçimlere ilişkin tutum Marksist-Leninist ilkelerin ve işçi sınıfı hareketinin tarihsel deneyimleriyle ortaya çıkmış derslerin derinlikli biçimde kavranamamasına, sınıfsal güç dengeleri, sınıf hareketinin durumu, devrimci örgütlülüklerin durumu gerçek bir proleter bakış açısıyla doğru değerlendirilememesine dayanmaktadır. 

Türkiye sol hareketi büyük ölçüde işçi sınıfından kopuk, küçük-burjuva karakterli, dükkancılığın ve sekterliğin baskın olduğu bir harekettir, Marksizm-Leninizm’i proleter sınıf özüyle özümsemiş değildir. Önce bu konunun önemini iyice kavrayıp işçi sınıfıyla güçlü bağlarını kuracak. Sonra seçimler de dahil Türkiye halklarının umudu olacaktır. Bu ancak böyle olursa başarılı olacaktır.

Başka bir dünya mümkün, umudu her zaman diri tutmaya devam.


Konuyla ilişkili diğer makaleler