Rusya ve Ukrayna Arasındaki “Savaş”
Biz hayatı anladığımızda, Ukrayna Sovyetler Birliği’nin bileşeni bir birlik cumhuriyetiydi. Bütün SSCB düzeyinde olduğu gibi, Ukrayna halkı diğer kardeş Sovyet halklarla eşit yurttaşlık temelinde dostluk ve barış içinde yaşıyordu. Sovyet halkları arasında düşmanlık kimsenin aklına gelmiyordu. Diğer SSCB Cumhuriyetlerine göre, Ukrayna endüstri bakımından daha gelişmiş, ileri kültürel düzeyde bir Sovyet Cumhuriyeti idi. Şunu kimse iddia etmiyor. “Bütün sorunlar ileri düzeyde çözülmüştü.” Kesinlikle hayır! SSCB’nin diğer Cumhuriyetlerinde olan sorunların bazıların azı burada da vardı. Bunlar zamanla çözülecekti. Yine şunu da biliyorduk, Sovyet halkları arasında düşmanlık söz konusu değildi.
1986’da meydana gelen, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti topraklarında bulunan Çernobil nükleer kazasında, Sovyet bilim adamları, teknik adamlar, işçiler ve Kızıl Ordu askerleri nasıl canla başla çalıştıklarını gördük. Kazada görev alanların fedakarlığı hala gözlerimizin önünde. Sosyalistçe yardımlaşmanın, dayanışmanın en fedakârca örneğini dünyaya gösterdiler. İnsanca dayanışma kardeşçe yardımlaşma dostlarına gurur ve güven veriyordu.
SSCB genelinde sorunlar vardı. Bunların başında, bürokratik yaygınlık sosyalizmin gelişmesinin önünde en büyük engel oldu. Sosyalist düşünce içinde yeri olmayan bürokratik egemenlik zamanla sistemi tıkadı ve halkları Sosyalizme yabancılaştırdı. Ekonomide, teknolojide, bilimsel gelişmede, sağlıkta, eğitimde söz ve karar sahibi olan bürokratik ağlar ilişkisi devletin daha da güçlenmesini gerektiriyordu. Bürokratlar denetimsiz kalan devletten besleniyorlardı. Onların bekası devletin daha da yaygınlaşmasından geliyordu. Öyle bir an geldi ki, devlet tamamıyla denetim dışı ve bürokratik bir “baskı aygıtına” dönüştü.
Özellikle soğuk savaş dönemi sürecinde bürokratik mekanizma daha da güçlendi. İşçi, asker, köylü, gençlik, kadın Sovyetlerin bürokrasi üstünde ne denetimi ve ne de etkinliği söz konusuydu. Gorbaçev kliğinin iktidara gelmesiyle bazı reform denemeleri olan Glasnost (açıklık) hareketi bir iyileşme gösteremedi. Ondan sonra Perestroyka (yeniden yapılanma) devreye sokuldu. Bu Perestroyka tam anlamıyla SSCB’yi dağıtma hareketi oldu. Buna karşı çıkanlar partiden ve sorumlu devlet kademelerinde uzaklaştırıldı. Bu gerçek komünistlere “Anti-Sovyet” iftirası yönelttiler.
1989 da Romanya’da Çavuşesku iktidarı darbeyle uzaklaştırıldı. Romanya Devlet Başkanı ve Eşi halkın gözü önünde kurşuna dizildi. Batı Avrupa emperyalist devletleri ve ABD bu kanlı darbeyi, “Demokrasi” diye yüceltip alkışladılar. Bu acı olay Avrupa ve ABD ne kadar iki yüzlü ve sığ demokrasi anlayışına sahip olduklarının görülmesi bakımında önemliydi. Acı olan şuydu. SBKP’nin de bu anti-komünist kanlı darbeyi tepkisiz kalarak sessizce alkışlaması sosyalizm açısında tam bir ironiyi, trajediye dönüşmeyi gülerek izlemeleri geleceğin daha kanlı bir dünyaya gideceğinin öncü sarsıntılarıydı. Sovyet Bürokrasisi dünya gerici güçleriyle adeta kucak kucağa kutlama dans provaları yapıyordu. Günlerce Çavuşesku dönemine ilişkin yalan, karalama ve iftiralar yayınlandı. Romanya’daki karşı-devrim sosyalizmin dağılacağını gösteren en büyük işaretti.
Romanya ile sınırlı kalmayan ve bununla yetinmeyen dünya gericiliği “sosyalizmi” yıkma ikinci adımı DDR’de Berlin Duvarını törenle yıkılmasını canlı olarak dünyaya duyuruyordu. Böylece ikinci darbe olarak DDR dağıtıldı. Demokratik Almanya’dan batıya geçenlerin günlerce propagandası yapıldı. Batı gerici-ırkçı (gizli ırkçı, fanatik anti-komünist) basını tüm kinini kusarak “Doğu Almanların nasıl çikolata hasret kaldıkları…” iftiralarına bire bin katıp, gerici propagandayı histerik şekilde dünyaya duyuruyordu. Tam bu süreçte şimdiki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin DDR’de KGB şefi (yüzbaşı veya binbaşı) olarak görev yapıyordu.
***
Bundan sonra Doğu-Avrupa Halk Cumhuriyetleri, bürokratik devletleri bir, bir çöktü. Polonya daha önce çökmüştü. Macaristan, Çekoslovakya, Bulgaristan… asıl turpun büyüğü heybedeydi. Bu Sovyetler Birliği idi. Artık her türlü hazırlık yapılmış, dağıtılmayı resmi olarak ilan etmeye sıra gelmişti. Başta ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda, İtalya ve İspanya heyecanla o anı beklerken yerlerinde duramıyorlardı. Türkiye durur mu? Hayır durmuyordu. Gerici-ırkçı medya iki yıl öncesinde başlamıştı. Her gece gerici ırkçı TV erkanlarında, sözüm ona “uzmanlar”, “stratejistler”, “bilim-adamları”, gerici-faşist ve ulusalcı (nasyonal-sosyalistler) politikacılar hezeyan duruma gelmiş, kudurmuşçasına anti-komünist kara propagandaya hız verdiler. Bir deyim var “Herkes sakız çiğner, Ayşe kadın bir farklı çiğner!” tam da öyle… Türkiye’nin söz konusu güçleri Batıdan tercüme ettikleri sözlerine TV ekranlarında propagandalarında bire bin katıp, halka duyuruyorlardı. İster Türkiye kendi Alameti-farikası sözler ve isterse batının ürettiği yalan, iftira makinesinin bir amacı vardı. Cinnet düzeyine gelmiş komünizm düşmanlığı. Bununla amaç, dünya genelinde sosyalizme olan sempatiyi durmak, halkları alternatifsiz bırakmak, insanlığın gelece olan iyimserlik umudunu yok etmekti.
Bu gerici-faşist kampanyadan hem Türkiye ve ABD ve Ortak-Pazar devletleri kendi çaplarında başarılı oldu diyebiliriz. (O zaman daha AB kurulmamıştı.)
Daha önce sosyalizme sempati duyan Arap gençleri, Baas tuzaklarına düşüp, terör eylemlerine başlamaları elbette, Sosyalist devletlerin dağılmasıyla eş zamanlı olarak gelişmesi bir tesadüf değildi. Bir yandan emperyalist gizli servisler, diğer yandan bölgesel ırkçı gizli servisler umutları yıkılan gençleri cihatçı terör örgütlerine yönlendirip, onlara her türlü silah ve diğer lojistik destek vermeden gecikmediler. İlerde yer yer emperyalist (Küresel-Güç) odaklara yönelecek kendi yarattıkları canavarla, sınırlı-kontrolü mücadele de edeceklerdi…Şu kesin 21.yy da yaratılan her türlü cihatçı terörün arkasında, küresel güçler olan, uluslararası emperyalist güçler ve bölgesel ırkçı- devlet güçleri bu yeni terör örgütlerini Irak, Suriye halkları üstüne saldılar.
Nihayet sıra en büyük gücün dağıtılmasına gelmişti. Sovyetler Birliği’nde alkolik, kadınlara sarkıntılık yapan bir sarhoş bulundu. Gelişmeleri kabul etmeyen Kızıl-Ordu da bazı üst rütbeli subaylar ve askerler SSCB’nin dağılmasına razı olmadılar, askeri bir müdahaleyle gericiliği ve emperyalist oyunları durdurmak istedi. (SSCB Kızıl Ordusu halkın koruyucu ve emrinde bir silahlı güçtü.) Küçük bir grup halk Kızıl Meydana çıkıp, olayları protesto edince, o arada sarhoşu bazıları tutup tankın üstüne çıkarınca, çıkaranlar onu kahraman ilan edip, Gorbaçev’i indirmeye zorladılar. Çoktan çekilmeye hazırlanmış olan Gorbaçev bu dayatmayı kabul edip, istifa ettiğini ilan etti.
Ertesinde toplanan Duma SSCB’yi dağıttığını ve Sarhoş alkolik Boris Yeltsin Rusya’nın ilk devlet başkanı daha doğrusu “Çar” olarak ilan edildi. Bu fırsatı kaçırmayan hazır bekleyen devlet üst bürokrasisi Sovyet halklarının yarattığı her değeri kendi özel mülkiyetlerine geçirdiler. İlk icraat olarak SBKP yasaklandı. SSCB’nin dağıtıldığı dünyaya ilan edildi. Bir gün önce “komünist” olanlar, sabah kalkıp serbest piyasa patronları olarak yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler.
21.yy’ın Emperyalist devletlerinde bayram havası esti. “Varşova Paktı dağıtıldı. Soğuk-Savaş sona erdi. Bundan böyle dünyaya özgürlük, adalet, barış gelecek. Savaşlar dönemi bitti!”
Bu gerçek anlamıyla III.Dünya Savaşının başlangıç ilanıydı. Önceki “komünistler”, liberaller ve ulusalcılar ve birçok aydın, gelişmekte olan küresel güçlerin propaganda yörüngesinde kalarak, dünyada nasıl bir dönem başlayacağını algılamakta geciktiler. Kimisi de anlamadı veya sevincinden hayal gördüğünü düşündüler.
1991 dağıtılan SSCB’nin ardından, daha bir yıl geçmeden önceki Sovyetler Cumhuriyetleri olan Orta-Asya’da komşu halklar birbirini boğazlamaya başladı. Sonra Kafkasya’da halklar birbirine girerken Çeçen terörizmi sahneye konuldu. Bu teröristler ellerinde Sovyet silahlarıyla eski Sovyet halklarını katletmeye başladılar. Türkiye de Irkçı-Şeriatçı güçler bunlara her türlü lojistik destek veriyordu. Meşhur ulusalcı bir TV programcısı havadan Çeçen teröristlerce ele geçirilen Avrasya gemisi güvertesine indi. Canlı yayına başladı. “Şimdi canlı olarak, Çeçen özgürlük savaşçıları ne amaçla gemiye el koyduklarını canlı olarak duyuracağım.” Bu canlı yayın tüm gerici ırkçı kanallarda duyuruldu. Türk ulusalcıları (nasyonal-Sosyalistleri) kendi gerçek yüzlerini gösterdiler. Acı olan bir daha kendini gösterdi. Yüzlerine sosyalist maskesi takanlar da, o meşhur yayıncının başarısını alkışlamaktan elleri patladı. Bunlar bugün hala, ya “komünist” veya “sosyalist” maskeleri ile aramızda dolaşıyorlar.
Halkaların boğazlanması Sovyet topraklarında sınırlı kalmadı. Savaş Balkanlara sıçradı. Yugoslavya topraklarında barış içinde yaşayan halklar birbiri aleyhine kışkırtılarak, kardeş halklar arasında kışkırtmalarla düşmanlık körüklendi. Hızla jenoside dönüştü. Salgın politik gerici savaş virüsünü, Balkanlara yayanlar NATO içindeki emperyalist devletler eliyle oluyordu. Bu savaşın arkasında ABD, Almaya, Hollanda, Belçika, İtalya, Fransa, İngiltere, vardı. NATO günlerce Yugoslavya’yı bombaladı. Barış içinde yaşayan kardeş halklar arasında düşmanlık körüklendi, halklar arasında düşmanlık hızla yayıldı. Yugoslavya toprakları bölündü, emperyalizme bağımlı yedi yeni milliyetçi devlet ortaya çıktı.
Halklar arasında düşmanlık çıkarmanın en kolay yolu için farklı etnik halkların birlikte yaşadığı bölgelerin seçilmesi de tesadüf değildi. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, tek kutuplu kalan dünyada aslında emperyalizmin ta kendisi olan, yeni adıyla “küresel güçler” kana doymuyordu. Savaşı Orta-Doğu’ya yaydılar. Önce Kuzey Afrika’da Tunus, Libya, Cezayir’de iç savaş olarak başladı. Gerçek anlamıyla tam da küresel politik virüs bölgesel savaşlar ve iç savaşlar olarak yayılıyordu. Kuzey Afrika’da kalmadı. Oradan Suriye ve Irak’a sıçratıldı. Bu iki ülkede Kürt, Arap, Asuri halklar birlikte yaşıyordu. Hızla örgütlendirilip, silahlandırılan cihatçı teröristler Kürt halkı üzerine salındı.
Dünyanın birçok bölgesini kana boyayan bölgesel ve iç-savaşlar birer vekalet savaşı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sözüm ona “Koalisyon güçleri” olan ABD, AB devletleri en son teknoloji gelişmiş silahlarla IŞİD ve diğer cihatçı terör örgütlerine karşı “savaş” açtı. Ne hikmetse, küresel güçlerin en büyüklerinin son teknolojik silahları IŞİD barbarlarını durduramıyordu. Elbet bu danışıklı hile oyununa inanların olması, gerçeği değiştirmiyordu. Söz konusu küresel gericilik, kendi yetiştirdiği terör odaklarını bitirme amacında değildi. Yeri ve zamanı geldiğinde onları yeniden istediği yere taşımada zorluk çekmeyecekti.
IŞİD’a karşı, kahramanca topraklarını savunan, Kürk kadın ve erkeleri oldu. Kısmen topraklarını 21.yy barbarların elinde kurtardılar. Kürtlerin kendi topraklarını savunması, bölgesel gerici-ırkçı güçleri razı değildi. Onlar küresel efendilerine haber vererek cihatçı teröristlere silah ve diğer lojistik destek vermeyi sürdüler. Cihatçı teröristlere verilen bu desteği, bizzat başta ABD ve AB devletleri gerçekleştiriyordu. Bunların onayı ile bu gerici ırkçı barbarlık bitirilemiyordu. Rusya da bu gelişmeyi biliyor, izliyor ve bölgede 30 yıl sonra ilk defa bizzat müdahil olup ağırlığını koymaya çalışıyordu.
21.yy’ın savaş tanrıları kana doymuyordu. Orta-Asya, Kafkasya, Balkanlar, Kuzey Afrika, Orta-Doğu kısmen savaşa ara verilse de ilerde sürekli savaşın patlak verme olasılığı küresel emperyalist güçlerin elinde. Halklar kendi kaderlerine kendi ellerine almadıkları sürece, kendi toprakları hakkında söz ve karar sahibi olmadıkları sürece bu söz konusu bölgelerde asla barış olmayacak. Her bölgede ve her ülkede halkların asıl dostları yine halklardır.
***
İşte Rusya ve Ukrayna “savaşına” böyle bir süreç izlenerek gelindi. Başta NATO, ABD ve AB büyük devletleri Ukrayna ırkçı ve gericilerini kışkırtıp, onları Rusya’ya karşı örgütlediler. Ukrayna Nazileri Rus azınlıklara karşı, baskı ve şiddet uygulamaya başladı. İki kardeş halk arasında sürekli düşmanlığı körükledi. Ayrıca savaş örgütü NATO, Polonya, Baltık ülkelerini ve Ukrayna silahlandırıp kışkırtmalarını sürdürdü. Bir tarafta kışkırtmalara devam edip, diğer yandan Rusya’yı, Batı’dan, Kuzey batıdan silahlandırdıkları devletler eliyle sarmaya kakıştı. Yine Asya’da yeni kışkırtmalar çıkarma peşinde. Kazakistan’da olduğu gibi. Küresel emperyalist güçlere bağlı yeni iktidarlar kurma sürekli aklının bir yerinde saklı tutuyor. Zamanı geldiğinde tekrar devreye sokmakta asla tereddüt etmeyecek. Bölgede bu oyunda en çok kullanacağı kartın Türk devleti olacağı da açık.
21.yy küresel emperyalist güçlerin yeni dönem sömürge çağıdır. Bu yeni bir dönemi anlayan ve kavrayan gerçek muhalif bir alternatif yok. Doğal olarak devrimci, demokratik, sosyalist, komünist güçlerden alternatif beklenir. Bunların çoğu hala Soğuk-Savaş anlayışından tam kurtulmuş değiller. Emperyalist dönem 20.yy başlarında ekonomik güç olarak ortaya çıktı. Bu 1980 kadar devam etti. Seksenlerde yeni bir olan neo-liberalizm çağı başladı. Yeni döneme hazırlık yaklaşık yirmi yıl aldı. Emperyalist temel stratejisi “Halkları böl ve yönet!” politikasıydı. Küçük ulusal devletler kuruldu. Bunlar emperyalizme bağımlılıktan kurtulamadılar. Bunları en tipik örneği T.C. devletiydi. 21.yy da Küresel Güçler Çağı oldu. Sermayenin dünya çapında, devletler üstü birleşmesi. Bu aynı zamanda kaçınılmaz olarak emeğin enternasyonal birliğini doğurdu.
Sermaye dünya çapında birleşirken, emekçiler durmadan gerici-milliyetçi politik müdahaleyle bölünüyor. 21.yy da halklara rehber olacak güçlü bir Devrimci Alternatif irade yaratılmadı. Alternatifsizliğin önünde en büyük engel, 20.yy politik-ideolojik saptamaları mutlaklaştırılmasıdır. Yeni alternatif çıkış, aynı yönde ve farklı yollarda olacağını görmeden halklar Küresel-Güçlerin yeni köleleri olma konumlarından kurtulamayacaklar. Küresel Güçlerin yeni stratejisi “Halkları düşmanlaştır, onları yok et.”
Sermayenin temel çelişkisi 21.yy da Küresel Sömürü çağında devam ediyor. Şu anda dünya çapında küresel sömürücü güçler çok yönlü bir kriz yaşıyor. Bu krizi yine savaşla aşma dememeleri var. Bu aynı zamanda ister istemez “SOĞUK-SAVAŞ” dönemine benzer iki kutuplu bir dünyaya gitmeye doğru bir yönelme, bu olgu Ukrayna krizi ile alarm vermeye başladı. Rusya, Çin, Asya güçlei ile ABD, AB, İngiltere, Kanada, Japonya ve Avusturalya. Dünya ekonomik düzenini kendi çıkarlarına göre tasarlamak.
Bu kriz 20.yy olan iki büyük krizden çok farklı olacak. Yüz yıl önce dünyada ham madde kaynakları olduğu gibi duruyordu. İlk Dünya Savaşı’nda kaynakları bölmek, için emperyalist güçler birbiriyle savaşmak zorunda kaldılar. 21.yy ilk çeyreğinde, hammadde kaynakları, alüminyum, bakır, gümüş, altın, krom, petrol benzer kaynaklar bitmek üzere veya bitmiş. Sadece bu kadar değil. İnsanların sağlıklı ve yeterli beslenmesinin en önemli temel üç doğal kaynak olan Hava, Su ve Toprak kirlenmiştir. Hava içindeki zehirli gazlar, otomobil lastiklerinden çıkan partiküller solunum hastalıklarının baş nedeni. Altın aramalarında suya karışan, asit ve zehirli maddeler, toprağa karışan ağır metaller, kimyasal atıklar sağlıksız beslenmelerinin başında gelmektedir. Birde bunlara zararlı besin arzını daha ucuza mal etmede GDO ve genleriyle oynan hibrit besinlerin üretilmesi dünya halklarına karşı yapılan en büyük haksızlık ve tehlike olduğunu belirtelim. Var olan temel sorunlar Küresel Sermayenin yarattığı adaletsizlik ve haksızlıktır. Var olan bu temel sorunları çözecek alternatif güçler yoksa, Küresel Sömürücü güçler var olan sorunları kendi çıkarlarına göre geçici “çareler” bulacaklar.
Bu kirlenme aynı zamanda Dünya nüfusunun yeterli ve sağlıklı beslenmesi zorlaştıran en büyük engel. Bir buçuk milyar insan aç. İki buçuk milyar insan sağlıklı beslenemiyor. Sağlıksız besin maddeleri kronik ve salgın hastalıklara neden oluyor. AB ülkelerinde işsizlik, ırkçılık, çevre kirlenmesi önlenemez bir boyutta ilerliyor. Küresel sömürücü güçler sorunları kendi yöntemleriyle ertelemeye çalışacaklardır. Buna teknolojik gelişmeleri de eklemek gerekir. Bankalar, postaneler, havaalanları yer hizmetleri, belediye çalışanları durmadan azalıyor, iş yerleri kapatılıyor. Bu işten çıkarılan milyonlarca işçinin, teknik elemanın yaptığı işleri dijital iletişim sağlıyor. Çalışan sayısını azaltmanın radikal yolu, savaş ve salgın hastalıklarla sağlanmaya çalışılıyor. Dünya nüfusunu azaltma hedefi de kesinlikle unutulmamalıdır. Bu konu küresel emperyalist güçlerin en büyük hedefidir ve bunu açıklamışlardır.
Bu Rusya ve Ukrayna “savaşı” da NATO devletleri Ukrayna ırkçı faşistlerine kışkırtıp, bunlara her türlü silah ve diğer malzeme yardımı yaptıklarını gizlemeye bile gerek duymadılar. Alman, Belçika, Hollanda, ABD, İngiltere, İtalya, Fransa, İsveç yüzlerindeki “barış” maskesi sadece pembe bir boya olduğunu gördük. Bu boya dökülünce kanlı kirli, ırkçı yüz ortaya çıktı. Kesinlikle bu küresel sömürücü güçler asla Ukrayna dostları olmazlar. Bu güçler savaştan beslenen dünya vampirleridir. Bu karşı tek çıkış halkların dostluğu, dayanışmasıdır. Başta Rusya ve Ukrayna’dan ve her ülkede barış yanlıları gerçek demokrat, ilerici, sosyalist, komünist güçlere, yani bizlere düşen, Rus ve Ukraynalı halkların dostluğunu savunan barış ve gerçek demokrasiyi savunma görevidir. Küresel güçlerin paylaşım savaşlarına karşı çıkmaktır. Küresel sermaye (gerici-güçler) yaratığı krizi halklar arasında düşmanlık yaratıp, savaş çıkararak sorunları ertelemesine izin verilmemeli. AB ülkelerinde emekçiler, aydınlar kendi küresel güçlerin yarattığı, ırkçılığa ve halkları düşman gösterilmesine karşı durmaları gerekir. Türkiye’de ve bölgede ilerici güçler kendi devletlerinin militarist politikalarına karşı çıkmazlarsa, yaratılan militarizm dönüp onları da yok edeceğini unutmasınlar. NATO’ya hayır! Her türlü militarist odaklar yok edilsin.
- Bahattin Seven, İGD kurucusu, MYK üyesi ve İlerici Yurtsever Gençlik Dergisi sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü, TKP’li bir komünist. Kendisine yazılarına başlarken tekrar hoş geldin diyoruz
Politika Yayın Kolektifi