Türkiye ve Dünyaya Bakış - 133
Kızıldere ilk değil, son da olmadı…
Bugün, 30 Mart 1972 Kızıldere Katliamı’nın 49’uncu yıldönümü. Kızıldere’de THKP-C önderlerinden Mahir Çayan ve THKO önderlerinden Cihan Alptekin de aralarında olmak üzere 10 devrimci kadro katledildi. Aralarında THKO kadrolarından Diyarbakırlı Kürt devrimci Ömer Ayna da vardı.
THKP-C ve THKO önder kadroları, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamını engellemek için bir eylem içindelerdi. Ama aynı zamanda THKP-C içinde yaşanan ihanete bir yanıt olarak yeni bir eylemlilik sürecini de başlatmayı hedefliyorlardı.
Katledilen önder kadrolar ABD emperyalizmine karşı Türkiye’nin bağımsızlığını, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm yoksul emekçilerin ve topraksız köylülerin sömürü düzenine karşı kendi iktidarlarını kurmalarını, Kürt halkı üzerindeki ulusal baskı ve sömürgeciliğin son bulmasını sağlamak için mücadele yürütüyorlardı. Marksizm-Leninizm temelinde, ülkenin verili koşullarında sosyalizmi hedefleyen anti-emperyalist, anti-oligarşik bir Demokratik Halk Devrimi’ni gerçekleştirmek için savaşıyorlardı.
THKP-C ve THKO’nun savunduğu görüşler konusunda farklı yaklaşımlarımız olabilir. Eleştirdiğimiz yanlar olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki THKP-C, THKO ve yine aynı dönemde TİKKO örgütlenmelerini gerçekleştiren, o dönemde 20’li yaşlarda olan devrimci genç kadrolar TİP pratiğine kısmen eleştirel yaklaşıyorlardı. 1951 tevkifatından sonra TKP’nin yaşadığı sorunlar, kadrolar arasında yaşanan ideolojik ayrılıklar ve düşmanın yarattığı dağınıklık o günlerin koşullarını belirliyordu. Tümü TİP üyesiyken Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarının ulusal kurtuluş hareketlerinin etkisinde kendilerini ortaya koyarak mücadeleye giriştiler. O dönemde Reel Sosyalizmi eleştirseler ve Türkiye için bağımsız bir devrimci çözüm ürettiklerini öngörmüş olduklarını düşünseler de, objektif olarak dünyada başta Sovyetler Birliği olmak üzere Dünya Sosyalist Sistemi’nin varlığı ve Proletarya Enternasyonalizmi ilkesi doğrultusunda Ulusal Kurtuluş Hareketlerini desteklediği ve yaygınlaştırdığı koşullarda bu mücadeleye girişmişlerdi. O dönemlerde ve 70’li ile 80’li yıllardaki eleştirel duruşlarına rağmen, THKP-C, THKO ve TİKKO kökenli örgütlenmelerin bugün Sovyetler Birliği’nin artık olmadığı koşullarda, tüm eksikliklerine rağmen Dünya Sosyalist Sistemi’nin önemini vurgulayan tahliller yapmaktadırlar. Bu Sovyetler Birliği “revizyonist” olarak eleştirenler için geçerli olduğu kadar daha ileri giderek “Sovyet sosyal emperyalizmi” eleştirisini yapanlar için de geçerlidir.
Aynı dönemde ve sonrasında Sovyetler Birliği’ni her şeye rağmen sonuna kadar savunan bizlerin, 1991 karşı-devriminden sonra açık olarak dile getirdiği eleştiriler ve karşı-devrimin Sovyetler Birliği’nde Stalin sonrası revizyonist yönetimlerin neden olduğu yönündeki tespitlerimizi bizim o süreçlerde sınıf düşmanımız karşısında ifade etmememiz gibi farklılıklarımız vardı. Ve kuşkusuz ki bu uluslararası alanda da, Türkiye’de de devrimci mücadeleye, sınıf mücadelesinin pratiğine doğrudan yansıyordu. Bizler uluslararası komünist hareketin ve Almanya komünistlerinin önderlerinden, Nazi kamplarında katledilen Almanya Komünist Partisi – KPD’nin Genel Başkanı Ernst Thälmann’ın “Sovyetler Birliğine karşı tavır komünist olmanın kıstasıdır” sözünün taşıyıcıları olarak farklı bir sorumlulukla davranıyorduk ve bugün de bu duruşun doğruluğunu savunuyoruz.
Ne ki, aramızdaki bu farklı yaklaşımlar Kızıldere’de katledilen Mahir Çayan ve yoldaşlarının aynen TKP’nin kurucu ilk Genel Başkanı olan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının 28-29 Ocak 1921’de katledilmelerine benzer bir şekilde katledilmeleri gerçeğini değiştirmiyor. Sınıf düşmanı aynı düşman. Katliamlar birer yargısız infaz. Katil burjuvazi. Mustafa Suphileri katledenler de Mahir Çayanları katledenler de, Deniz Gezmişleri idam edenler de, İbrahim Kaypakkaya’yı işkencede katledemedikten sonra hastanede katledenler de aynı Kemalistler. Mustafa Suphiler bizzat Mustafa Kemal tarafından katledilirken, Kızıldere dahil diğerlerinin tümünün katilleri onun devamcıları Kemalist generallerdir. Bu gelenek bugüne dek sürmektedir. Son yıllarda, Paris, Suruç, Ankara ve Cizre katliamları en yakın örneklerdir. Bugün, TKP’den TİP’e, TİP’ten THKP-C, THKO, TİKKO ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne kadar, eksikliklerimiz, hatalarımız ve tarihten çıkardığımız deneyimler ışığında, bir bütün olarak bu tarihe sahip çıkarak günümüz savaşımında birlikte hareket etmek zorundayız. Bu topraklarda barış, demokrasi, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm hedefiyle gerçekleşecek olan tüm devrimci süreçler bundan sonra birlikte yaşanacak ve şekillendirilecektir.
Bu nedenle tüm farklılıklara rağmen Türkiye Devrimci İşçi Sınıfı Hareketi’nin ve Kürt Devrimci Demokratik Özgürlük Hareketi’nin güçleri ayrılıkları bir kenara bırakarak 1920 ruhu ile birlikte mücadelenin koşullarını yaratmak sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar. Kızıldere bugün bizlere bu gerekliliği bir kez daha hatırlatıyor. Kızıldere ilk olmadığı gibi maalesef son da olmadı. Yeni Karadenizler, Kızıldereler ve Diyarbakırların önünü kesmek, bu katliamların işlenebildiği koşulları ortadan kaldırmak bir sonuç olacaktır. Çünkü Türkiye işbirlikçi oligarşisinin devleti ve iktidarları hala aynı yöntemleri uygulamaya muktedirdir.
Kızıldere Katliamında toprağa düşen yiğit devrimci kadroları anmak bu sorumlulukları bize hatırlatmaktadır. ON’ların taşıdığı şanlı kızıl bayrağı tüm zorluklara karşı yere düşürmeyeceğiz…
30 Mart 2021