10 Eylül’ün Anlamı, Krizin Kaynağı ve Çıkış Yolu
Burjuvazinin sınıf karşıtı ve düşmanı işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının avangart kolu, politik öncüsü ve örgütü Türkiye Komünist Partisi’dir. TKP, Türkiye devrimci güçlerinin dölyatağıdır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde TKP kadar burjuvazinin, düşmanın ilgisini çeken, saldırı tahtasına oturtulan, ideolojik kirliliğe ve politik çürümeye uğratılmaya çalışılan başka bir politik örgüt yoktur. Burjuvazi coğrafyamızda işçi sınıfının devrimci hareketinin gelişmemesi ve kapitalizmin emek ile sermaye arasındaki temel çelişkisinin çözülmemesi için her türlü yola başvurdu, karşı devrimci manevrayı yaptı. Bundan sonra da kirli senaryoları hazırlar, başrolde oynayacak kişileri bulur, besler ve ün kazanmaları için gözünü kırpmadan para harcar. Sahte ‘TKP’ler kurarak işçi sınıfını ve emekçi yığınlarını bölmeye, bilincini bulandırmaya çalışır.
10 Eylül, Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluş günüdür. Türkiye komünist hareketinin atılımını ifade eder. O güne kadar dağınık duran farklı komünist öbeklerin bir tek hat üzerinde birleşmesidir. Ortaklaştıkları tek bir tüzük ve program ile işe başlamasıdır. 10 Eylül, şanlı ve onurlu bir gündür. Her isteyen istediği gibi, hoyratça, sorumsuzca, başına buyruk değerlendiremez, anma yapamaz. Uğrunda kan dökülmüş, can verilmiş, hücreler boylanmış, yıllarca zindanlarda yatılmış, ömürler adanmış bir politik hareketin doğum gününü anmak, değerlendirmeler yapmak vicdan ve sorumluluk gerektirir. Onun değerini ona bedel ödeyenler anlar, bilir ve sahip çıkar. Hani, 1980 yılında faşist darbe arifesinde İLD, İGD, İKD ve Birlik Dayanışma’cıların dillerindeki, “Güneş aklımda, Güneş düştü denize, Şimdi Güneş 60 yaşında!” sözleri bugün de bizi heyecanlandırıyor. O günlerden bugüne aradan 38 yıl geçmiş olmasına rağmen işçi sınıfının bilimine, öğretmenine ve partisine sımsıkı sarılmaktan öte yol yoktur.
Tarihine ve değerlerine sahip çıkmayanlar gelişemez, büyüyemez ve ayakta kalamazlar. Uğruna bedel ödenmemiş bir varlığın kıymeti harbiyesi yoktur. TKP’nin 100. yaşına basamak dayamasının altında yatan gerçek, işçi sınıfının bağrından doğması, proletarya enternasyonalizmine sadık kalması, sosyalizm için yılmadan bıkmadan çalışması ve mücadelenin ateşinde çelikle şerek kendini yenilemesi ve süreklilik kazanmasıdır. Her yenilgi sonrasında küllerinden yeniden doğmasıdır. Her bir önceki dönemden daha örgütlü, donanımlı ve direnişçi bir ruhla çalışmasıdır. “TKP Yaşıyor, Savaşıyor!” demenin anlamı budur. Baharda kuru gibi duran ağaçlar sürgün verir, yapraklanır. Başak yüklü olur, toprağa atılan tohum. Tavında su verildiğinde nasıl çeliğe dönüşüyorsa demir, işçi de öğretisiyle buluştuğunda mücadelesi gelişir, güçlenir, boy verir. İşçi sınıfının, emekçilerin yükselen mücadelesi zafere varınca ülke adım adım karanlıktan aydınlığa çıkar.
Devrimci bir politik hareketin başarısı üç şeye bağlıdır. Birincisi, doğru örgütlenmedir. İkincisi, yığınsallaşmadır. Üçüncüsü ise, doğru ve somut bir devrimci hat üzerinde politika yapması, kadrolarının mücadele içinde bilinçlenmesi, deneyim kazanarak çelikleşmesidir. Yoksa isim hırsızlığı yaparak, başkasının değerlerine balıklama dalarak, başkalarının gücüne yaslanarak, başkalarının yardakçılığını yaparak politika yapılamaz.
Günümüzde işçi sınıfının güçleri dağınıktır. Her ayrı politik kümelenme, ayrı çalışma yürütüyor. Demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde bu durumun olumlu bir karşılığı yoktur. Sınıfsal örgütlenme ve politik dağınıklık beraberinde güçsüzlüğü, pasifizmi ve umutsuzluğu yaratıyor. Bu durum biraz daha süreceğe benziyor. Bu, toplumsal ilerlemenin motor gücü olması gereken işçi sınıfının önündeki en büyük engeldir. Devrimci kılıklı Kemalist unsurların, sahte komünistlerin, bireyciliğe ve dar grupçu unsurların ortaya çıkmasına yol açıyor. Devrim ve sosyalizm mücadelesi için önemli olan ortalıkta boy göstermek değildir, tam aksine doğru iş yapmak ve tuğla üstüne tuğlayı koyabilmektir. Bütün çalışmaların Mustafa Suphi’lerin mücadele hattının üzerinde yükselmesi, işçi sınıfının politik örgütlülüğü bü yük bir eşiği aşmış olacaktır. Yağmur damlalarından küçük sellerin oluşması, sayısız küçük derelerin taşıması ve akarsuların bir araya gelmesiyle nasıl ki gür, güçlü ve engel tanımaz dev bir selin oluşması önüne gelen taş, kaya, ağaç ne varsa süpürüp sürükleyerek temizliyorsa güçlü bir işçi sınıfının partisi de yığınları öyle ayağa kaldırarak harekete geçirir ve yönetir. İşçi sınıfının devrimci hareketinin politik birliği zafere varmanın garantisi ve anahtarıdır. İşçi sınıfının tek bir partisi, öncüsü olur. Parti, işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin, gençliğin ve kadınların savaş kurmayıdır.
Bugün bunca açlığa, çürümüşlüğe, zam, zulüm ve işkenceye rağmen halkın çoğunluğu sessiz sedasız ve içi yanarak yaşamını sürdürmektedir.
Çok sık tekrar edilen, mücadelede kararlılığı vurgulayan, iyimser bir slogan vardır: “Haklıyız, Biz kazanacağız!” Doğruluğuna ve gerçekliğine hiç şüphemiz ve bir diyeceğimiz yoktur. Elbette ki, ezilenler, yoksullar, kadınlar ve gençler insanca bir yaşam için verdikleri mücadelede haklılar ve haklı oldukları için sevdaları, özlemleri, davaları uğruna gözü kara davranmaktadır. Amaç, her gün daha da ileriye yürümektir, adım adım hızlanarak koşmaktır ve taşınan bayrağı düşman kalesinin burçlarına dikmektir. Bayrağı dikmek yetmez, düşmana esir etmeden ebediyen dalgalanmasını sağlamaktır.
Söz, eylemli olursa anlam taşır, değer kazanır. Yoksa bir söz ne kadar keskin, ne kadar tumturaklı ve ne kadar ajite dolu olursa olsun pratiğe dönüşmüyorsa, pratik karşılığı yoksa önemi de değeri de yok demektir. Başa dönersek, “Haklıyız, Biz kazanacağız!” demek güzel! Ama, nasıl kazanacağız? Lafla mı, oturarak mı, hep yarını hayal ederek mi? Yoksa nerede olursa olalım, nerede yaşıyorsa yaşayalım, gücümüzü sonuna kadar kullanarak mı? Şüphesiz doğru olan son cümledir. Onun için kuru gürültüden uzak, disiplin içinde verimli çalışmalı ve sabırla, inatla hedefe yönelmelidir.
Yaşanmışlıklardan dersler çıkarmalı, deneyimler ışığında dünü bugüne bağlamalıyız. Yanlışlar ve doğrular ayıklanmalıdır. Doğrulara sahip çıkmalı, yanlışlar ise yeniden sorgulanmalı, neden-sonuç ilişkisi iyice irdelenmelidir. Bugün çalışırken dün her an göz önünde tutulmalıdır. Bir daha hata yapmamak veya en az hata yapmak için. Hiç hata yapmamak ise mümkün değildir. Böyle bir şeyin yaşamda karşılığı yoktur. Eksiklikler ve hatalar, mücadele içinde giderilir, aşılarak yol alınır.
Ülke, yeniden büyük bir krizin içine girdi. Kriz, daha yeni kapıdan içeri girdi. Önümüzdeki aylarda derinleşerek kış mevsiminde acı, kirli ve berbat yüzünü halka gösterecektir. Ülkeyi yönetenler, “kriz yok”, “bunlar psikolojik” diye yırtınıp dursunlar, gerçekler ve olup bitenler onların ikiyüzlü, kirli maskelerini alaşağı ediyor.
Krizin kaynağı, kapitalizmdir. Ülke krizden nasıl çıkabilir? Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kapitalizmi seçmesi, “Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Din” anlayışıyla tekçi, inkarcı, ezen ve sömüren bir yönetime yönelmesi krizin temel kaynağını oluşturdu. Bugün devlet aygıtını elinde tutan oligarşi, basınç altında tutmaya çalıştığı Kürt halkının, işçilerin ve büyük halk yığınlarının ekmek, demokrasi, barış ve özgürlük talepleri ve direnişi karşısında huzursuzdur, korkmaktadır. Bunun için halkın en ufak bir haklı çığlığını şiddetle, baskıyla boğmaya yönelmektedir. Bu noktada devrimcilere, komünistlere büyük iş düşmektedir: Yığınların nabzını iyi tutmak, yığınların içinde çalışmak ve bir adım önde yürümek! Aktif, sabırlı ve güvenilir bir çalışmayla yığınlar doğru yöne hareketlendirilir. Sınıf savaşımının yükseldiği her aşamada burjuvazinin değişik boyları, soyları, kanatları, güçleri işçilerden, emekçilerden, ezilenlerden yanaymış gibi görünerek, demagoji yaparak, “devrimci”, “halkçı”, “komünist” maskesi takarak yığınsal çıkışları burjuvaziden, Kemalizm’den, anti-komünizmden yana çevirmeye çalışmışlardır, bundan sonra da çalışacaklardır. İyi bilenmiş, birbiriyle kopmazcasına kenetlenmiş bir işçi sınıfı ve büyük halk yığınları ancak burjuvazinin her nevi barikatını aşabilir, krizden devrimci bir çıkış yaparak güzel günlerin kapısını açabilir.