İşçi Sınıfının Büyük Önderi KEMAL TÜRKLER Unutulmayacak

İşçi Sınıfının Büyük Önderi KEMAL TÜRKLER Unutulmayacak

İşçi Sınıfının Büyük Önderi KEMAL TÜRKLER

Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler Otomobil-İş kongresinde 1979        (solda Maden-İş Yürütme Kurulu üyesi Halit Erdem, Sağda Otomobil-İş Genel Sekreteri Sami Ataç)

Hayatını işçi sınıfının hak ve özgürlük mücadelesine adamış işçi önderi Kemal Türkler’i 22 Temmuz 1980’de faşist katillerce pusu kurularak katledilişinin 43. yılında bir kez daha sevgiyle, saygıyla anıyoruz. 

Kemal Türkler, 43 yıl önce, 22 Temmuz 1980 günü sabah sendikaya gelmek üzere arabasına binerken çapraz ateşle öldürüldü. Katiller bir arabayla olay yerinden kaçtı, yakalanmadı. Açılan dava yıllarca süründürülerek zaman aşımına bırakıldı, cinayeti işleyenler de, cinayet emrini verenler de bilinmesine rağmen cezalandırılmadı.

Kemal Türkler’in hayatı, Türkiye’de sendika yasalarının çıkarıldığı 1947’den itibaren bu mücadelenin her aşamasına yön veren, bir basamak yükselten, yeni ufuklar açan, işçi sınıfıyla bütünleşmiş bir hayattır. 

Kemal Türkler,1954 yılında o zamanki adıyla Demir-İş sendikası olan Maden-İş’in Bakırköy şubesi sekreteriyken, aynı yıl adı Türkiye Maden, Madeni Eşya ve Makine Sanayii İşçileri Sendikasıolarak değiştirilen ve önemli mücadelelere öncülük edecek olan Türkiye Maden-İş Sendikası’nın genel başkanlığına seçilmişti. O günden itibaren Maden-İş sendikasının 26 yıl aralıksız genel başkanlığını yapmış ve işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli izler bırakan tüm eylemlerde öncülük, liderlik ve başkanlık yapmıştı. Türkiye işçi sınıfı tarihinin de önemli bir kesitini oluşturan bu süreci ana hatlarıyla hatırlayarak Kemal Türkler’i, hayatını ve mücadelesini biraz daha yakından tanıyabiliriz. 

İşçi sınıfının genç kuşaklarına onun hayatı ile özdeşleşen mücadeleleri anlatmak ve anlamak bugünlere nasıl gelindiğini de anlamaktır. Tarihimize bu gözle bakmak; hangi eylemlerin hangi sonuçlar doğurduğunu görmeyi, bugün karşı karşıya olduğumuz sorunları kavramayı ve günün şartlarına uygun mücadele hattını belirlemektir. 

Bu yıl da Kemal Türkler mezarı başında anılacak, konuşmalar yapılacaktır. Bunların hepsi haince düzenlenmiş bir suikaste kurban giden büyük başkanımıza vefa, bağlılık gereğidir. Ancak bu çabaların Kemal Türkler’i anlamaya ve sendikal mücadeleye bıraktığı mirası yeni kuşaklara aktarmaya yetmediği de bir gerçektir. 

Birleşik Metal-İş Sendikası, DİSK ve Kemal Türkler Vakfı, bir sonraki anma gününe denk gelecek bir günde, Kemal Türkler’in tarihteki yerine layık bir anma programı ve sempozyum düzenleyebilir. Kemal Türkler, kapsamlı bir çalışmayla çeşitli yönlerden incelenebilir, politikaları ve sendikal ilkeleri ortaya konabilir ve ancak bu şekilde sendikal mücadeleye getirdiği yenilikler ve kazanımlar ortaya konulabilir. 

Bir anı

22 Temmuz 1980 günü, elim haberi duyup sendikaya gelen Kemal Türkler’in ustası Sadık Çalışkan bana kederli ve ama öfkeli bir tavırla “Kemal’i koruyamadınız” demişti. Ne dediğini o anda tam anlayamamış ama içimde acımı derinleştiren bir iz kaldığını fark etmiştim. Aradan yıllar geçti. Maden-İş tarihi çalışma grubu olarak, Maden-İş ve DİSK’in daha çok tanıklara dayalı tarihini kayıt altına almak amacıyla, “Derinden Gelen Kökler” kitabı üzerinde çalışırken bu anımı da kaydetmiştim. Sonra notlarımızı Kemal Türkler’in kızı Nilgün’e ilettik ve onun da katkılarını istedik. Nilgün, bu notu okuduktan sonra “Halit Erdem acı duymakta haklıdır” diyerek babasıyla bir söyleşisini aktarmıştı. Bir gün babasına, “tehditlerin arttığını biz de duyuyoruz, bunun için daha başka önlem alınması gerekmiyor mu?” diye sorduğunda Kemal Türkler’in cevabı şu olmuş; “Kızım, önlem alınması gerekiyorsa onu örgütüm düşünür ve bana söyler” hikâyenin ayrıntısı kitabımızda var.

Günün farkında olmak

O günleri yaşayanlar hatırlar; Sol kesimden olanlar konuşmalarına, yazılarına başlarken herkes kendi meşrebine göre bir faşizm tahlili yapıyor ve faşizm tehlikesinden söz ediyordu. Faşizmi kitaplardan okuduklarımızla hayal edebiliyorduk. Türkiye faşizmi yaşamamıştı. Bu nedenle de üzerine çok konuşup, çok sözü edilmesine rağmen o gün nasıl bir aymazlık içinde olduğumuzu göremedik. Kemal Türkler’i gerçekten koruyamadık. Grevlerimizi, haklarımızı, sendikalarımızı koruyamadık. İki ay sonra gelen 12 Eylül faşizmi bunu bize tarif edilmez acılarla yaşattı. Grevde olan on binlerce işçi; değil faşist cuntaya karşı, ekonomik hakları için bile direnemedi. Faşizmin saldırılarına karşı koyacak bir örgütlenme içinde değildik. Sonuçlar biliniyor. Her şey unutuldu. Cuntacılara karşı 30 yıl sonra açılan davaya kaçımız sahip çıktı. 12 Eylül faşizmi ile yüzleşilmedi, insanlık suçu işleyenler, işkenceciler yargılanmadı. Bugünün temelleri 12 Eylül 1980 ile atıldı. Bu tespitleri yaparken şu soruda akla geliyor: Bugün yaşadıklarımızın ve de yaşayacaklarımızın gerçekten farkında mıyız?

UZUN SOLUKLU MÜCADELE

Kemal Türkler ile özdeşleşen özelliklerin birkaçını ele almaya; bir olaya nasıl bakılacağına ve nelerin önemli olduğuna dikkat çekmeye ve bir kaç kesit alarak önerimi güçlendirmeye çalışacağım. Ayrıca ele aldığım her olayda kaygım, tarihte yaşananlarla bugünkü sorunlar ve mücadele yolları arasında bağ kurmak olacaktır. Eğer bu kaygı olmazsa hatıralarımızı veya içi boş övgülerimizi her zaman yazabiliriz. Ama bunlardan bir ders çıkaramayız.

1950’li yıllar

Sendika tarihimizde en az bilinen 1950’li yıllar sendikacılığının üzerinde durmak önemlidir; o yıllarda Kemal Türkler’in önem verdiği ve üzerinde çalıştığı konulardan birisi işçi temsilciliği kurumuydu; işçi temsilciliği seçimlerini patronların sultasından çıkarmak, işçileri patronlar karşısında yalnız bırakmamak, örgütlemekti. İşçi temsilciliği, 1947 kanununda da vardı, bu kişiler çoğunlukla patronun gösterdiği adaylar arasından ve patronların gözetiminde yapılan seçimlerle belirleniyordu. Kemal Türkler, işçi temsilciliği yerine sendika temsilciliği kavramını getirdi ve işçilerin kendi adaylarını çıkarmasını ve seçmesini özendirdi. 

Maden-İş, işçi temsilciliği seçimlerine önem verdi; seçimlerde patronun gösterdiği adayların karşısına işçi adaylarının çıkmasını sağladı, onları sendikal konularda bilgilendirdi, eğitti ve sendikal bilinç kazandırdı. Bunun üzerinden fabrikada çalışan tüm işçilere de kendi adaylarını seçmelerini ve bu sayede daha iyi haklar elde edeceklerini anlattı. İşçi temsilciliği üzerinde başlatılan bu mücadele işçilere bir sendikal aidiyet; seçilen işçilere de sendika temsilcisi olarak bir özgüven kazandırdı, kendilerine işçi haklarını koruma ve bu uğurda mücadele misyonu yüklediler. İşçilerin güvenini kazandılar ve Kemal Türkler’in şahsında cisimleşen mücadeleci işçi lideri kavramına hayat verdiler. İşçi temsilciliği yerine giderek yerleşen sendika temsilciliği, Maden-İş’in, mücadeleci sendikacılığın temel taşları haline geldi. 1963 yılında sendikalar kanunu çıkarıldığında Maden-İş sendikası en güçlü ve sayısal olarak büyük sendika haline gelmişti. Kemal Türkler’in sınıf sezgisi, bir mücadele geleneği yarattı. Daha sonraki yıllarda yaşanan işçi direnişleri, fabrika işgalleri, 15-16 Haziranlar, 1 Mayıs gösterileri, DGM direnişleri bu geleneğin devam ettirilmesiyle gerçekleşti. 

Yasallık ve meşruiyet

Patronlar işçilerin örgütlenmesini, mülkiyet hakkına müdahale kabul ediyor, yetkilerini paylaşmaya ve ücretleri artırmaya yanaşmıyordu. Sermaye, işçilerin kendi kontrolündeki sendikalara üye olmasını istiyordu. Böylece, işçileri kanunlara yaslanarak düşük ücret ve kötü çalışma şartlarına razı ediyordu. İşçiler buna isyan etti. 15-16 Haziran direnişleri, fabrika işgalleri bu nedenle başladı. Sınıf mücadelesinin temelleri böylece atıldı. 

Devletin, sermaye adına hazırladığı 1963 yasalarında temsilci seçimini doğrudan patronlardan alarak “sendika yönetimlerine” bırakmıştı; sendika temsilcileri yetkili sendika yönetimi tarafından atanıyordu. Kemal Türkler’in sendikal mücadeleye getirdiği en önemli kavramlardan biri de, Maden-İş’in ve DİSK’in de temel ilkesi olarak kabul edilen ve daha sonra sendikal mücadelede yaygınlaştırılan “tabanın söz ve karar hakkı” ilkesiydi. Bu sayede mücadeleci sendikacılık önemli bir ivme kazandı. Fabrikalarda “temsilcilik seçimleri” yapılıyor, sendika bu seçilenlerin yasal temsilci olarak atamasını yapıyordu. Bu sayede söz ve karar hakkı yine işçilerde oluyor, sendika bir organizasyon olarak işlev görüyordu. 

Devletin 1963 yasalarıyla getirdiği vesayet sadece bu değildi: işyeri ve işkolu barajı sayesinde devlet eliyle sermaye istediği, çoğu zaman kendi kurdurduğu sendikayı yetkili olarak kabul ediyor ve işçilerin özgürce kendi istediği sendikayı seçme hakkını gasp etmiş oluyordu. Bunun en basit çaresi referandum yoluyla sorunu çözmek iken sosyal demokratından, liberaline hiçbir hükümet bu kararı vermedi. Türkiye işçi sınıfı tarihine damgasını vurmuş fabrika işgalleri, yasadışı grev ve direnişlerin ana nedeni referandum hakkının olmamasıydı. Yasallıkla meşruiyet arasındaki ince çizgi Kemal Türkler’in başkanlığını yaptığı dönemlerde işçi örgütlenmesinin en büyük ve etkili silahı oldu.

15-16 Haziran büyük işçi direnişi, yasal değildi ama meşruydu; işçi sınıfının haklı olmasına dayanan bu meşruiyet büyük bedeller ödenmesi ile, yani mücadele ile elde edilen bir kazanımdır. 

Direnişin başarısını sağlayan ikinci temel unsur demokrasiydi. İşçi demokrasisi aynı zamanda işçilerin birliğini sağlayan bir güçtür. “Gerçek manada “İşçi Meclisleri” oluştu. Adalet Parti’sine, Cumhuriyet Halk Parti’sine, Türkiye İşçi Parti’sine oy veren, destekleyen işçiler kendi tuttukları partilerin değil kendi hakları ve bunu savunan örgütlerinin kararlarını dikkate aldılar. Tartışmalara herkes katıldı. Herkes sözünü söyledi. Önerisini yaptı. Gerçek bir demokratik süreç yaşandı. 14 Haziran günü tüm fabrikalardan 800 işçi toplandı. Burada da fabrikalarda tartışılan tüm öneriler dile getirildi. Toplantıyı Kemal Türkler yönetti. Ancak işçilere talimatlar verilmedi. Eylem biçimleri üzerine karar alınmadı. Fabrika Komitelerinin insiyatifine bırakıldı. Tabanın gücü harekete geçti. Fabrikalar arasında yatay bağlar kuruldu. Eylem biçimlerine, yürüyüşlere işçiler kendileri karar verdi. Bu güçle polis, asker barikatları aşıldı. Polis saldırısının olmadığı yerde hiçbir olay olmadı. Halk, esnaf, gençlik işçinin yanındaydı. 

DİSK’i güçlendiren irade

15-16 direnişinin etkileri dalga dalga yayıldı, sendikal ve siyasal çevrelerde tartışmalar yaşandı: Türk-İş’teki sosyal demokrat sendikacılar ayrı bir konfederasyon kurulması fikrini tartışmaya başladı. Bu sıralarda, 1975 yılında DİSK, 5. Kongresini erken yapmış önemli kararlar alarak yönetim kadrolarını yenilemiş, örgütlenme atağına geçmişti. 

Kemal Türkler’in sendikal harekete yön veren ileri görüşlülüğü bir defa daha bu çalkantılı günlerde ortaya çıktı: bilindiği gibi, DİSK’in kurucuları daha çok sol görüşlü sendikacılardı, ancak DİSK’in örgütlenmesi, DİSK’e inanmış, DİSK’in ilke ve prensiplerini benimsemiş işçilerin ve kadroların mücadelesiyle gerçekleşmişti. Kemal Türkler’in en önemli özelliği işçi sınıfına inanmak ve güvenmekti. Bu nedenle de DİSK’in büyümesini, daha fazla üyeye sahip olmasını amaçlıyordu. İşçilerin aydınlatılması, mücadele içinde gerçekleşecekti, bu nedenle de işçilerin DİSK’te örgütlenmelerini, DİSK’e bağlı sendikalara katılmasını savunuyordu.  Mücadele işçileri bilinçlendirecek, onları sınıf mücadelesinin çetin koşullarına hazırlayacaktı. Farklı görüşte de olsalar sendikaların DİSK’e katılması daha büyük bir etki ortaya çıkaracak, işçileri Türk-İş bataklığından kurtaracaktı. 

15-16 Haziran direnişinin dolaylı da olsa başlattığı tartışmalar, Türk-İş’e bağlı sosyal demokrat sendikacıların yönetimde oldukları sendikaların Türk-İş’ten ayrılmalarına, önce ayrı bir konfederasyon kurma düşüncesine sonra da DİSK yöneticileriyle yaptıkları görüşmeler sonucu DİSK’e katılmalarını getirdi. Burada Kemal Türkler’in büyük düşünmesinin, az olsun benim olsun yerine birlikte büyük olalım düşüncesinin bir sonucu olduğunu tarihe not düşme babında kaydetmeliyim. Bu birleşmelerden sonra DİSK, sanayi kentlerine sıkışmış halden kurtulmuş Ceylanpınar’dan Murgul’a, İskenderun’dan Samsun’a Türkiye’nin dört bir yanında örgütlenen sözü dinlenir, beşyüzbinlerin katıldığı 1Mayıs’lar düzenleyen, metal sanayicilerinin dayatmalarına karşı sekiz ay süren grevler örgütleyen bir konfederasyon haline geldi.

1970 direnişi ile DİSK işçilerin güvenini kazandı. Önemli ücret artışları ve sosyal haklar alındı. 1974 başka bir dönüm noktası oldu. Sol hareket işçiler arasında güçlendi. Genç, sosyalist işçi kuşağı yetişti, fabrikalarda, sendikalarda görev aldı. İşçi hareketi İstanbul, Kocaeli, Bursa, İzmir, Adana gibi sanayi kentlerinden Anadolu’ya yayıldı. Ceylanpınar’dan Murgul’a, İskenderun’dan Mersin’den Trakya’ya, Samsun’dan Seydişehir’e sıçradı. 

13 Şubat 1976’da İstanbul Kapalı Spor salonunda binlerce işçinin katılımıyla kutlanan DİSK’in 9. Kuruluş toplantısındaki coşku 1 Mayıs 1976’nın esinleyicisi oldu. Kemal Türkler 1 Mayıs 1976’nın alanlarda kutlanmasını önerdi. Sonuçları biliniyor. Kemal Türkler’in liderliği, öngörüsü, kararlı duruşu, yetenek ve çalışkanlığı Türkiye sendikal hareketine teorik ve eylemsel pek çok deneyim kazandırdı. Onun liderliği; uzun ve zengin birikimlerle dolu işçi sınıfının tarihinde ki rolüne dayalıdır. 

Büyük sermaye tekelleri, Türkiye’yi dünyada yükselmeye başlayan neo-liberal politikalara entegre olmaya zorladı. Sermayenin önündeki en büyük engel DİSK’ti. Kemal Türkler DİSK’in ana direği idi. Devlet ve emrindeki faşist çeteler onu tertiplenmiş bir cinayetle ortadan kaldırdılar. Kemal Türkler suikastından iki ay sonra, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi yapıldı.

Yeni bir anlayışla örgütlenme

Bugün Türkiye’de emekçiler geçmişte yaşamış olduklarından çok daha zor ve çetin koşullarla karşı karşıyadır. Devrimci sendikalar güçsüzleştirilmiş, işçi sınıfının örgütlü gücü dağıtılmaya çalışılıyor. İşçi ve emekçiler iş güvencesinden yoksun, ağır şartlarda çalışmaktan bunalmış, ekonomik olarak borçlandırılmış, gelecekleri rehin alınmıştır. İşçi sınıfı ağır bir ideolojik bombardıman altındadır. Fabrikalarda, iş yerlerinde dün var olan sınıf dayanışması, parti ve kimlik siyasetleri ve kutuplaşmalarla bölünmüş, parçalanmıştır. Bugünleri aşmanın yolu, tarihimize derinlemesine, araştırmacı bir gözle bakılmasından geçiyor.  

Özetle DİSK’in mücadelesinin bir ayağı işçi hakları uğruna mücadele ise bir ayağı da demokrasi mücadelesiydi. Kemal Türkler’in otuz üç yıla sığdırdığı bu yoğun mücadele aynı zamanda sabır, emek ve kararlılık isteyen bir süreç olmuştu. Patronların işten atma tehdidi altında kanunla ve olağanüstü şartlarda bir hakkın, işçi temsilciliği kurumunun sermayenin elinden alınması ve güçlü bir mücadele geleneği haline getirilmesi bugün içinde gerekli ve geçerli bir mücadele yoludur. Haklılığa dayalı bir meşruiyetten nasıl devasa bir direniş tarihinin yazıldığının incelenmesi gereklidir. Ve işçi hakları için mücadelede başarıya ulaşmanın baş koşulunun demokratik bir ortamın ve demokrasinin gerekli olduğu, tarihin bize bıraktığı derslerdendir. 

Kemal Türkler’i yaşatmak, onun devrimci mirasına sahip çıkmaktır.

İşçi Sınıfı Kemal Türkler’in yolundan yürümeye devam edecektir.


Konuyla ilişkili diğer makaleler