“Adalet” de bu, “Kalkınma” da bu...

“Adalet” de bu, “Kalkınma” da bu...

Sarıgöl Romanlar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Kurucusu Şadi Çatı ile Söyleşimiz:

İstanbul’da Roman yurttaşlar arasında ve dışında mücadeleci kişiliğinden dolayı tanınmış olan Şadi Çatı ile söyleştik. Birkaç sayıdır değindiğimiz “Kentsel dönüşüm ve rant” konularını bir de canlı tanığından dinleyelim istedik...

Politika: Hoş geldiniz. Önce sizi tanıyalım.

Şadi ÇatıŞadi Çatı: 1951 doğumluyum. Selanik göçmeni bir aileye mensubum. Annem buraya kundakta gelmiş. Biz mübadele muhaciriyiz, Deliorman bölgesinden gelmişiz. Büyüklerimize, Çatalca’nın Karaca köyünde tarlalar veriyorlar. Hayatlarını orada sürdürüyorlar. Abim dünyaya geliyor. Tarlada ağacın altında yatıyor. Böcek dizini ısırıyor. “Fakaç Ali” adlı bir doktor varmış Fatih’te, oraya baktırıyorlar. Dizinin dört santim üzerinden kesilmesi lazım demiş. Topal kalmasın diye babam kestirmiyor. Köye dönüyorlar. Abim ölüyor. Köy bize cehennem oluyor. İstanbul, Gaziosmanpaşa, Sarıgöl’e taşınıyoruz. Babam iş arıyor, “esmer vatandaş” yani Roman olduğumuz için iş bulamıyor. Babam iş aramaya giderken beni de götürürdü, evin ihtiyaçlarını karşılamak için yolda şişe, cam, demir toplardık. Sonra babam mahallede bir kadınla tanıştı. O kadın babama “Niyet Fişi” vermeye başladı. Onları satmaya başladık.

Politika: Hiç okula gittiniz mi bu arada?

Şadi Çatı: Ben 60 yaşımda 3 ay okula gittim ilkokul diploması aldım. Kendimi anlatayım. Ben evdeki böcekleri dahi öldürmem. Eskiden evden dışarı çıkarırdım. Şimdi onu da yapmıyorum. Benim evde yaşam hakkım kadar o böceğin de yaşam hakkı var diye düşünüyorum. Böcekleri, bulgur, pirinç ile besliyorum. Akşam yediğim elmanın kalanını masada bırakıyorum besleniyorlar.

Politika: O dönemde çok Roman gelmiş mi?

Şadi Çatı: Selanik’ten gelince Edirne’de toplamışlar, sonra dağıtmışlar. İstanbul’a gelenler, Beyazıt, Vefa, Tahtakale, Yanıksaray, Mercan vs semtlerine yerleşmişler. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ile çok kaynaşmışlar. Beraber yer içerlermiş. Romanlara iş verirlermiş. Romanlar, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Nusraniler, Haliç’te “Altın Boynuz” derdik biz oraya, o zamanki “Kağıthane Şenliklerinde” birlikte yer almışlar, “Ateşbazlar”, “Canbazlar” ve “Antrebaz” derlerdi bize.

Politika: Peki, siz İstanbul’da nereye yerleştiniz, konut koşullarınız nasıldı?

Şadi Çatı: Menderes, 1950’de seçimleri kazanınca bu insanları topluyor, o dönem “Marshall Yardımı” ile açtığı yerleşim bölgelerine taşıyor. Bizi de Bağlarbaşı, Tahtakale, Sarıgöl’e taşıyor.

Biz oraya taşındığımızda yollar yeni ve yarım yapılıyordu. Su deposu, okul, Jandarma ve Kızılay geldi. Ama en hızlı Romanları getirmişler. Surların içinde küçük bir kapıdan Bayazıt’a geçerdik. O kapılar sonradan kırıldı ve büyütüldü. Kızılay, boş tarlaya, çok engebeli, “yamuk” bir yere yerleştiriyor bizi. Her aileye bir çadır veriyor. 2-3 ev yaptılar, gerisi çadır oldu. Bazı insanlara da kum ve çakıl veriyorlar. Malatyalı bir abi, soyadı Dinçkol, İstanbul’dan eski keresteler getirmiş, bir de briket imalathanesi kuruyor. O zaman çadırların arkasında, Rami Kışlasının askerleri talim yaparlarmış. Etrafta ahırlar ve üzüm bağları varmış. Onun için adı Bağlarbaşı. 2 tane 2 katlı ev vardı, Lazlardan. Fırınları vardı Lazların ama bize yetmezdi. 10-15 aileye zor yeterdi. Rami kışlasından bir komutan da gelip tayın dağıtıyordu bize. Su kaynağı da kışlanın öbür tarafındaymış, oraya gidilemiyormuş. Askerler 2 tane de kızımızı kaçırmışlar. Orada otururken Eyüp’ü, Küçükköy’ü öğreniyorlar. Küçükköyde o zaman 10-15 aile yaşarmış. Ben Küçükköy’e ekmek almaya giderdim. Eyüp’te Bozhane semti vardı, daha yakındı, oradan ekmek alıp yukarı çıkardık. Eyüp’ten sonra kayıkla geçip Karaköy’ü öğrenmişler. Karaköy’de hamallık ve boyacılık yaparlarmış. Sonra Beyazıt’ı öğreniyorlar. Bu arada ev yapmaya başlamışlar. 1 Lira yevmiye ile başka ev inşaatlarında, göçmenlere yapılan evlerde çalışıp, işi öğrenmişler.

İnsanların her şeyi yamalıydı. Babamın şapkası bile yamalıydı. Çok fakirlik vardı. Yalınayak gezilirdi. Öğrendiklerimiz ile kendi evlerimizi yapmaya başlıyoruz. Kimi 4 kazık çakıp kontraplakla ev yapıp içine girer, kimi de birketleri çamurla yapıştırıp duvar yaparmış.

At canbazı “Canbaz Hüseyin” vardı. Canbaz da Demokrat Partililerin parsellediği arsaları fakirlere satıyordu. Çünkü DP’liler bizim oralarda yer kapatıyorlardı, telle çeviriyorlardı. O zaman ev yapınca ve içinde 7 sene oturunca onu muhtara ve ilçeye bildirince sana tapu veriyorlarmış. Bu uy gulama 1965’e kadar sürdü. O zaman Bulgaristan ve Yugoslavya göçmenleri bizimle konuşmazdı. Göçmenler bakkallar kurdu, biz de onlardan alışveriş yapmaya başladık. Bakkalların içi mis gibi kokardı.

Politika: Evi yaptınız, peki tapunuzu aldınız mı?

Şadi ÇatıŞadi Çatı: (Dur, dur acele etme hepsini anlatacağım. Keşke sabahtan buluşup, bütün gün konuşsaydık.) Bu arada çoğaldık, sayımız çok arttı, kız alıp vermeler, akrabalıklar arttı. 1983’e kadar yollarımız topraktı, az bir şey “arnavut kaldırımı” yani taş vardı. 1984’e gelindiğinde 5 Milletvekili, ANAP’lı, Mehmet Keçeciler, İmren Aykut, Şadi Pehlivanoğlu, Vahit Halefoğlu ve biri daha bize geldiler. ANAP İstanbul İl Başkanı Eymen Topbaş’dı. Büyük bir kahveye geldiler. “Arkadaşlar sizi buradan kaldırmak istiyorlar ama biz bunu istemiyoruz, sizi destekleyeceğiz, sizin evlerinizi alacağız, 2-3 katlı evler vereceğiz” dediler, mahalleliye sordular. Babalarımız razı gelmedi. Kahveyi terkettiler. Adamlar yalnız kaldılar. Sonra “Gecekondu İmar Affı Kanunu” çıktı. Elektriklerimiz o zamana kadar kaçaktı. Altyapımız yapıldı. Kanalizasyon yapıldı. O zamana kadar çukur tuvalet kullanıyorduk. Bir yağmur yağdı mı çukurlar taşar bütün mahalle pislik dolardı. Yollar asfalt oldu. Evlere elektrik ve su geldi. Evde bir radyomuz vardı. Rahmetli babam sevinçten sesini sonuna kadar açtı. Tapuya müracaat ettik. Tapu bürolarından geldiler, ölçtüler, biçtiler, 2-3 sene tapu harcı ödemesi yaptık. Biz de babama paralarımızı verdik. O zamanın parasıyla 700 bin Lira ödedik. Tapumuzu aldık. Bugün, 4 kardeşin, hepimizin ayrı tapumuz var. Çalıştığımız parayla da geçiniyorduk.

Politika: Çalışma yaşamınız nasıl şekillendi?

Şadi Çatı: Annem BEREC fabrikasında, babam Gümüş Motor (sonar Pancar Motor oldu) çalışıyordu. Biz çocukları eve kilitlerlerdi, kafaları rahat olsun diye. Annem öğlen arasında 1 saat gelip kontrol ederdi yemeğimizi verirdi. Sonra ben de Taşlıtarla’da Dökümhane’de çalışmaya başladım. 1200 derece fırınlar vardı. İçerisi çok sıcaktı. Babam beni iş öğreneyim diye önce bedava verdi. Ustama “eti senin, kemiği benim” dedi. Sonra haftada 15 Lira para almaya başladım. Eve para girmeye başlayınca, eski “Bağdadi” evi yıkıp betonarme ev yaptık. Ben de çok çalıştım. Haftalığım 35 Liraya çıktı. Paramız az olduğu için evin inşaatı çok uzun sürdü. Ustam Ermeni idi. Normalde Cumartesi günleri haftalık verirdi. Babam inşaatçılara para verdiği için “ustana söyle sana haftalığını Pazartesi günleri versin” dedi. Alırdım. Cumartesi günleri, diğerleri haftalık alınca ben bakardım. Garbis Usta da bana bir daha 35 Lira verirdi, halbuki ben almış olurdum, yüzüne bakınca “haydi al git” derdi. Evimizi zar zor bitirdik.

1984’den 2002’ye kadar mahallemize çivi bile çakmadılar. 17-18 sene yollar yapılmadı, altyapı elden geçirilmedi. Çatlayan, patlayan yerlerimizi tamir etmediler.

Politika: 2002’de AKP hükümet olmuştu, onlar ANAP gibi ikinci bir furya oy almak amacıyla size gelmediler mi?

Şadi Çatı: 2002’de “fakir fukaranın, tüyü bitmemiş yetimin hakkı yenmeyecek” denince oyumuzu O’na verdik. O da Romanların içinde büyümüş, bizi anlar diyorduk. 1974’de askerden sonra Türkiye Gazetesi okurdum. 13. sayfada Ali Güler’i okurdum. Din ilmi ile ilgili yazardı. Babam Tercüman Gazetesi okurdu. 2002’nin hemen hemen sonlarındaydı herhalde. O zaman Vakit Gazetesi okumaya başlamıştım. En önemli konu “enflasyon” ‘du. Enflasyon da insanların geçinememesini sağladı. İnsanlar kirasını ödeyemediği için evlerinden atıldı. Parklarda oturdular. Çocuklar sokakta mum ışığında ders çalışıyordu. Tuvalet ihtiyaçlarını komşuların evlerinde gideriyorlardı. O dönemde sıvası olmayan, çatlağı olan evler yıkılacak lafı çıktı. İstanbul dışında, ayda 100-120 Lira kira bedeli öder gibi ödeyerek ev sahibi yapma teklifi getirdiler. İkitelli’yi düşündüler ama bu yapılmadı.

2004 Ağustos ayında; “Bu saatten sonra Gecekondu ve kaçak yapı yasak. Olanı da yıkacaksınız, yenilerine de izin vermeyeceksiniz” diye gazete haberi çıktı. 6306 numaralı kanun ile bizim tapularımızı geçersiz yaptılar. 2005 veya 2006 olmalı. İlk yıkım Ankara’da Havalimanı yolunda oldu. İstanbul’da da ilk olarak Romanların Kağıthane tarafındaki evlerini yıktılar. Küçükbakkalköyü’de öyle yıktılar. Sabah beş, beş buçukta gelip yıkıyorlardı. 2006’da bizim Sarıgöl’de iki evimizi yıktılar. 2007 yılı başında yıkımlar seçimler var diye durduruldu. Bu bizi rahatlattı, seçimlerden sonra tekrar başladılar. Sulukule, Kağıthane, Yahya Kemal Mahallelerinde ve Küçükbakkalköy’de yıkımlar devam etti. Biz de Sulukule’de uğraşmaya başladık. Roman milleti korkaktı. İlk basın açıklamasını Sulukule’de yaptım.

Tek tek evlere, kahvelere gidiyorduk. Çalışmaya başladık. O zaman dernek de kurulmamıştı. İçimizde, bizi zayıflatan adamlar da vardı. Bize yardım ediyor gibi gözüküyorlardı. Ama sonunda evlerimizi yıktılar. Böyle adamlara “provokatör” mü diyorlar, ne diyorlar? Avrupa’dan gelenler oldu, Koç Üniversitesinde toplantılar yapıldı. Meğer hepsi tezgahmış.

Politika: Derneği hangi aşamada kurdunuz? Yıkımlar ne durumdaydı?

Şadi Çatı: Sulukule’de bize dernek kuralım dediler ama paramız yok. Bize, siz paraları aranızda toplayın, sonra Avrupa Birliği’nden para gelince size geri veririz dediler. İTÜ’den, Yıldız Teknik’ten geliyorlardı. Meğer bizden bilgileri alıp üniversitelerde ders konusu yapmışlar. Öğrencilere böylece “saha çalışması” yaptırmış oldular. Allah bilir üstüne bir de hiç masraf etmeden para bile almışlardır.

İlk yıkım Küçükbakkalköy’de başladı. Mahalle bomba yağmış gibi oldu. Yabancı bir televizyon geldi ama çektiler mi çekmediler mi hala bilmiyorum. Bize yardım etmeye gelenler bence bizim yanımızda değildi. Bize mahkeme bile açtırmadılar. Yani denize düşüp yılana sarılmışız. Yıkılan evlerin çocuklarını okullara da almadılar. Şikayette bulunduk. O zaman Samanyolu TV bir haber yaptı; “Roman çocuklara Belediye okul önlüğü ve çanta dağıttı, Romanlar da bunları gidip pazarda sattılar” diye. Külliyen yalan haberdi. TV’yi aradım, “sizi haber dairesine bağlıyoruz” dediler, oraya bağlanınca kontürümüz anında bitiyordu. Nasıl bir makinaya veya paralı hatta aktarıyorlarsa, kontürü bitiriyordu. Bir türlü konuşamadık.

2010’a kadar Küçükbakkalköy, Kağıthane ve Sulukule ile uğraştık. 2010’da bir sabah uyandığımızda, göçmen bir komşumuz vardı, sahlep ve tatlı satardı. Yazın da şıra satardı. Sahlepçi dedi ki; “Sarıgöl, Saya Ocağı, Hamam Caddesinde yıkım başladı, duydun mu?” Kentsel dönüşüm başlamıştır artık. Haberini almış olduk. Hemen dernek kurmaya koyulduk. Ancak insanlarımız korkuyordu. Bizim orada bir Dergah var. 1,5 ay oraya gittim. Oradaki adamlar temizdir, yardımseverdir diye düşündüm. Ama kimse bir şey sormadı. Sonunda, orada benden genç biri vardı. Onun önünde diz çöktüm yardım istedim. Gerile gerile “Şadi abi sen kafana takma, buraya yıkım gelirse ta Başbakana kadar gideriz” dedi. Dergahın Emiri de ahaliyi uyardı ama kimse oralı olmadı. “Hoca izin verirse olur” dediler ama olmadı.

Ben istedim ki, kuracağımız dernek önce yıkıma karşı olsun ama sonar yardımlaşma derneği de olsun. Bakkal kuralım, parası olmayana 3-5 yumurta verelim, çocukları okutalım, bir araba alalım hastalarımızı taşıyalım dedim.

2010’un üçüncü veya dördüncü ayında “Sarıgöl Romanlar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği”ni kendi olanaklarımız ile yedi kişi kurduk. Bütün kağıtları, makbuzları bastırdık. 700 kadar ev gezdim, derneği tanıttım, herkes “iyi olur” dedi. Mahallede 750-800 üye yaptım. Herkesi deftere işledim. mahallenin ortasında bir ev tuttuk, dernek yeri yaptık. 250 Lira kira verdik.

Politika: Derneği kurdunuz. Resmi kurum ve kuruluşlar ile irtibat kurdunuz mu?

Şadi Çatı: Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Erhan Erol ile görüşüyordum. 2006’da TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na yıkımı önleme adına dilekçe vermiştim. Mimarlar Odasına, Haritacılar Odasına gittim. Kimse bize sahip çıkmadı. Demokratik Kitle Örgütleri nerede? Belediyeden bize kullanılmış masa, sandalye, bilgisayar ve kağıt getirdiler. içimize sinmedi ama ihtiyaç da vardı.

Biz derneği kurduktan 1,5 ay sonra “Roman Açılımı” yapıldı. 2010’da AKP Genel Merkezi’ne gittim diğer derneklerle beraber. Bakan Faruk Çelik ile görüştürdüler. “Biz yıkım değil, onarım ve güçlendirme istiyoruz” dedim. Faruk Çelik, Belediye Başkanı Erhan Erol’u aradı. Ertesi güne bize randevu yaptı. Dönünce görüştük. Sonuç alamadık. Bizim derneğin diğer yöneticilerini kafaya aldılar. Çünkü onlar kentsel dönüşüm istiyorlardı. Derneğe gidip gelmeye başladılar. Ben de Genel Kurul istedim. Bıkmıştım. Toplam 10-11 kişiyle Genel Kurul yaptık zannettim. Üstüme kapıyı kilitlediler. Meğer, Genel Kurul değil, 3 dernek üyesi 7 Yönetim Kurulu üyesi ile toplantı yapmışız. Yönetim Kurulunda beni düşürdüler. Benden zorla imza istediler. Ben de direndim, imzalamadım. Yarın, pazartesi muhasebeciye sorarım böyle doğruysa imzalarım, bırakırım dedim. Muhasebeci önce böyle bir şey yok dedi, sonra var dedi. Hem başkanlıktan hem dernek üyeliğinden çıktım. Beni yanılttılar. Hata yaptım. Bilseydim üyelikten ayrılmazdım, bir ay sonra tüm mahalleli beni başkan seçerdi. Şimdi yeni lokal tutuldu, Belediye yeni dernek yönetimine para veriyor. Belediye onlara bedava satış kulübeleri verdi. Onlar da para vermedikleri kulübeleri parayla kiraya verip çalışmadan yaşıyorlar. Belediye, gıda ve fakirlik maaşı veriyor. Yani bizi böldüler.

Politika: Şadi Bey, peki, hukuki süreç ne oldu?

Şadi Çatı: Ben kentsel dönüşümü, yürütmeyi durdurmak için dava açtım. 3 kişi Bilirkişi heyeti geldi. Rapor tuttu. Mahkeme bitti ama 2,5 ay oldu daha mahkeme kararı gelmedi. Haziran’da seçimler var...

Yıkım olursa TOKİ, Acarlar ve Bakırcıoğlu anlaşmış. İnşaat yapmak istiyor. Bize, babadan kalma evi olana, evine göre, 40/60/70/80/100/120 bin Lira teklif ediyorlar. Metrekaresine bağlı. Yeni yapılan evleri de 200-250 bin Liradan satarım sana diyor. “Gelirin, sigortan varsa, anlaştığımız bankalar var, kredi veririz” diyor. O da olmadığına göre ortada kalıyorsun. Bizim yan yana 2 tane 2 katlı evimiz var, hepsinin toplamı 140 metrekare. 4 Aile oturuyor. Aile başına 40 bin Lira verseler biz 200 bin Lirayı nasıl ödeyeceğiz? “Adalet” de bu , Kentsel Dönüşüm dedikleri “Kalkınma” da bu diyelim, anlayan anlasın.


Konuyla ilişkili diğer makaleler