POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ 10.08.-16.08.2020
MARMARA DEPREMİ'NİN YIL DÖNÜMÜNDE ÇIKARILMAYAN DERSLER
Kocaeli'nin Gölcük ilçesi merkezli 17 Ağustos 1999'da saat 03.02'de meydana gelen Richter ölçeğine göre 7.4 büyüklüğündeki depremde resmi kayıtlara göre Kocaeli başta olmak üzere Yalova, Sakarya, İstanbul, Bursa, Bolu, Zonguldak ve Eskişehir'de toplam 18 bin kişi öldü, 20 binden kişi yaralandı. Marmara Bölgesi ile Ankara ve İzmir'e kadar geniş alanda hissedilen 45 saniye süren depremde binlerce yapı yerle bir oldu.
Düzce'de 12 Kasım 1999'da meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki deprem, Ukrayna'dan da hissedildi. 30 saniye süren depremde 710 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 678 kişi ise yaralandı.
Marmara Depremi olarak adlandırdığımız bu depremlerden sonra en fazla yıkım ve can kaybı yaşanan deprem 2011 yılında Van'da yaşandı. Van'da merkez üssü Tabanlı ilçesinde 23 Ekim'de 7.2, Edremit'te 9 Kasım'da ise 5.6 büyüklüklerinde 2011'de meydana gelen 2 depremde 644 kişi yaşamını yitirirken, bin 966 kişi yaralandı. Deprem nedeniyle çok sayıda yapı da yıkıldı.
Van'da yaşanan deprem bizlere somut olarak 1999 Marmara depremlerinden hiç bir ders çıkarılmadığını bir kez daha gösterdi. Van'da merkez üssü Tabanlı ilçesinde 23 Ekim'de 7.2, Edremit'te 9 Kasım'da ise 5.6 büyüklüklerinde 2011'de meydana gelen 2 depremde 644 kişi yaşamını yitirirken, bin 966 kişi yaralandı. Deprem nedeniyle çok sayıda yapı da yıkıldı.
Devlet DASK adı altında bir deprem sigortası çıkararak soygununa soygun kattı. Büyük kentlerde, özellikle İstanbul'da "Kentsel Dönüşüm" adı altında bir inşaat furyası başlatıldı. Sözde depreme dayanıklı olarak inşa edilen yeni konutlar devlet, bürokrasi, yerel yönetimler ve müteahitler için bir rant alanı oldu. Daha önce bir veya iki katlı gecekonduların olduğu semtlere 20-30'ar katlı "modern" binalar dikildi. Semtlerin, mahallelerin dokuları değiştirildi. Kent merkezlerinin dışında yeni imar alanları açıldı. Deletin hazine arazileri, daha önce Karayolları, Devlet Malzeme Ofisi, Silahlı Kuvvetlere benzer devlet kurumlarına ait yüzlerce alan imar planlarında yapılan değişiklikler, Bakanlık karanameleri ve Belediye Meclislerinde alınan kararlarla özel sektör müteahitlerine peşkeş çekildi. Bu müteahitler bu "hediyelerin" bedellerini ilgili karar merciilerine misliyle ödediler. Kısacası depreme dayanıklı konut inşaa edeceğiz bahanesi ile yeni bir gelir alanı yaratıldı. Çünkü daha önce sadece birkaçyüz veya bin hanenin olduğu alanlara onlarca katlı ve çok daireli konutlar diketiğinizde ona uygun yeni altyapı yatırımları da yapmanız gerekir. Yol, tünel, köprü, su, kanalizasyon, elektrik, doğalgaz gibi yatırımlar yaratılan yeni rant alanlarının kaymağını oluşturdu. Kuşkusuz ki tüm bu inşaatlar "yandaş" müteahitlere ihale edildi.
Deprem'i bu derece "fırsat" olarak değerlendiren, insanlıktan nasibini alamamış yöneticiler, bir yandan bu girişimleri yaşama geçirirken, depreme karşı asıl alınması gereken önlemlerin hiç birini almadılar. Türkiye'nin il ve ilçelerinin ezici çoğunluğu eski ve depreme dayanıksız halleriyle yaşam alanı olarak kullanılmaya devam ediyor. Çarpıklık "kentsel dönüşüm" adı altında deprem bölgelerine çok katlı binaların yapımına müsaade edilmesiyle başlıyor. Yeni yapılan yapıların çoğunun depreme ne denli dayanıklı oldukları tartışma konusudur.
Halbuki, bu derece deprem bölgesinde illeri olan bir ülkede yapılması gereken, yatay yapılanma planları ile imar alanlarının yayılması ve m2 başına düşen insan sayısı yoğunluğunun azaltılması olmalıdır. Bu konunun sanayileşme ve tarımla da yakın bir bağlantısı vardır. Büyük şehirlere göçü durdurmak ve hatta tersine çevirmek için sanayi ve tarım yatırımlarını tüm ülke çapında yaymak gerekmektedir. Böyle bir plan hem depreme karşı güvenliği artıracak, ama aynı zamanda ülkedeki sanayi ve tarım gelirlerinin dengeli olarak ulusal çapta yayılması sonucunu beraberinde getirecektir. Bu da ulusal çapta varolan gelir dengesizliğinin beraberinde dengelenmesini getirecektir. Kuşkusuz ki bu önlemler ülkedeki sınıfsal eşitsizliklerin, çelişkilerin ve sorunların çözümünü sağlamayacaktır. Bu konuların çözümü ancak ulusal çapta dengeli olarak yayılan sanayi ve tarım üretim birimlerinde üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması, yani Sosyalizm ile ilintili bir sorundur. Ancak verili koşullarda söz konusu değişikliklerin yapılması, insan yaşamının ve kentlerin depremlerin yıkımına karşı korunması için güncel bir adım olabilir. Ancak, gözünü kar hırsı bürümüş, sömürücü bir mekanizmadan bunu beklemek de mümkün değildir. Onun için 1999 Marmara Depremi'nden de hiç bir ders çıkarılmadığını tespit ediyoruz ve bu sorunu çözmek için sınıf mücadelesinin yükseltilmesinin ne denli önemli olduğunun altını bir kez daha çizmek istiyoruz.
COVİD-19 SALGININI BİR RANT KAYNAĞI HALİNE GETİRMEK
COVİD-19 Salgını henüz sürerken, ülkeye turist gelmesi amacıyla yürütülen senaryo tam bir komedidir. Ekonomi tamamen tıkandığı ve gizlenemeyecek hale geldiği için, önemli bir döviz gelir kaynağı olan Turizm Sektörü çelişkiler içinde canlandırılmaya çalışılıyor. Bir yandan ülkede salgın nedeniyle sokaklarda dahil maske takma zorunluluğu getiriliyor, 65 yaş üstü için kısıtlamalar ağırlaştırılarak genişletiliyor, diğer yandan ise hiç bir şey yokmuşçasına turist çekmek için tüm önlemler yok sayılarak COVİD-19 salgınının daha da yaygınlaştırılması, hatta ithal edilmesi için davetiye çıkarılıyor. Türkiye'ye turist olarak gelenlerin ülkelerinin hiç birinde insanlara uçağa binmeden COVİD-19 testi uygulanmıyor. Ama başta Almanya ve Rusya olmak üzere turist gönderen ülkelerin her biri Türkiye'den dönecek vatandaşlarını negatif test olmadan kendi ülkelerine kabul etmiyor.
İktidar sadece turist getirmek için herşeye "eyvallah" derken, gelen turistlere COVİD-19'a yakalanırlarsa ücretsiz tedavi sözü veriyor ama kendi vatandaşlarına ücretli COVİD-19 testi yaptırmayı şart koşuyor. Bugün için kişi başı 250 TL olan ve yarın ne olacağı belli olmayan Test ücreti iktidar için yeni bir gelir kapısı oluyor. Hergün binlerce kişiye yapılan bu testlerden yüklü miktarlarda gelir elde ediliyor. Halbuki, COVİD-19 testlerinin ücretsiz olduğunu Cumhurbaşkanı kendisi ilan etmemiş miydi? Veya turistlere ücretsiz yapılan testler, kendi yurttaşlarına neden fahiş tutarlar karşılığında yapılıyor?
Önümüzdeki dönem COVİD-19 bahanesiyle iktidar için yeni rant kapılarının açıldığı bir alan olacağa benziyor. Özel sektöre Kamu Özel Ortaklığı-KÖO adı altında peşkeş çekilen ve Devlet Hastanelerini teker teker kapatarak inşa edilen Şehir Hastaneleri projesi, Pandemi Hastaneleri adı altında inşa edilen yeni hastaneler gibi hazırlanan projenin parçalarıdır.
İnsan sağlığının ranta çevrilmesi gibi insanlıkdışı bir uygulama ancak Kapitalizm'de mümkündür. Ve Türkiye'deki gibi gözünü para bürümüş ama beceriksiz olan yöneticilerin idaresinde olan bir ülkede bu kural misliyle uygulanmaktadır. Süreç içinde bu uygulamalara hiç mi tepki almayacaklarını düşünüyorlar onu biz bilemeyiz ama bu tepkinin, kendileri dahil herşeyi tepe taklak edeceğine eminiz. Er veya geç...
SURİYE, LİBYA VE EGE'DEN SONRA IRAK MACERASI
Bir yandan Müslümanların Suriye'de, Libya'da, Irak'ta Türkiye'ye karşı savaşmasından rahatsız olacaksın ve Müslümanlara bir mesaj vermek için Ayasofya Kiliselerini İstanbul ve Trabzon'da Camii'ye çevireceksin, diğer yandan da Irak topraklarını 50 km derinliğinde işgal edip 15-20 tane askeri üs kuracaksın ve Irak Sınır Koruma Güçleri kendi sınırlarını korumak için hareket ettiğinde SİHA'larla vuracaksın. Bu ne yaman bir çelişkidir.
Gerekçe tabii aynı Suriye ve Libya'da olduğu gibi "terör unsurlarını etkisiz hale getirmek". Suriye ve Irak'ta, Suriye ve Irak'ta bulunan Kürdistan toprakları hedef alınırken pekiyi Libya'da hangi Kürt güçlerine karşı savaşılıyor?
Türkiye içeride ekonomik ve politik çıkmazları artıkça sınırlarının dışına yöneliyor. Komşu devletler ile iyi komşuluk ilişkileri geliştireceği yerde, Kürt halkının en doğal siyasal, demokratik ve kültürel haklarını kabul etmesi yerine onları inkar ederek imha etmeye çalışması ülke içindeki ekonomik ve politik sorunların çözümüne katkı sağlamaz. Belki bir süre için kendi seçmen tabanını "milli ve de dini" motiflerle etkileyebilir ama onun da bir sınırı olacaktır. Çünkü ülkedeki ekonomik sorunları çözemediğinde ondan yine en fazla etkilenecek olanlar, kendilerine zamanında oy veren işçiler, emekçiler ve yoksullar olacaktır. Bu gerçeği değiştirmek mümkün olmayacaktır.
Onun için şimdi sırada olan Irak'a karşı saldırgan tutum ancak uzatmaların uzatılmasına hizmet edebilir. Neki, ne Kürt halkının özgürlük mücadelesini yok edebilir ne de kendi sonlarını engelleyebilir.