Siyasi Mücadele Seçimlere Endeksli Değildir
Türkiye bir önemli seçime daha doludizgin ilerliyor. Politik güçler hünerlerini, cambazlıklarını sergiliyor. AKP’nin başkanı faşist, dinci, Ergenekoncu karması iktidarının “bir dönem daha” devam etmesi için kendisine yetki verilmesini açıkça dile getirdi. Onlar, pek çok kere denediği ve faydasını gördüğü, halkın saf ve temiz duygularını istismar eden sahte mağduriyetler peşinde. Propaganda bakanlığı son derece faal, insanın yüzü kızarmadan dile getiremeyeceği ahlaksızlıkları, taciz ve tecavüzleri meşrulaştırma, bir zarar görmeden savuşturma peşinde.
Bütçe görüşmelerinde halka karşı sorumlulukları olmayan görevliler, devlet gücünü ele geçirmiş olmanın pervasızlığı ile savaşı, işkenceyi, talanı, yağmayı, yolsuzluğu savundular. Şimdi seçim öncesi yarattıkları dayanılmaz yoksulluğun, pahalılığın etkilerini toplumun çeşitli kesimlerine dağıtacakları paralarla hafifletmeye çalışıyorlar. Enflasyonu gerçek değil baz etkisiyle düşürdüklerini propaganda ediyor, emeği ile geçinenleri, tüm ülkeyi bir defa daha toptan rehin almanın hesaplarını yapıyorlar. Muhalefet bloku ise, daha hiçbir ciddi sınav vermeden ortaya atılan sahte gündemlerle, kurulan siyasi komplolarla dağılmanın eşiğine geldi. Muhalif görünen bloka ‘toplumun rahat bir nefes alması umuduyla’ destek verilmesini isteyenler umarım bir defa daha hayal kırıklığına uğramazlar. Kaldı ki daha HDP’ye, Kürt meselesinin çözümüne, yüz bini aşan siyasi mahkûm ve tutuklunun kaderine, savaş ve işgale, keyfi yasaklamalara dair bir şey söylememişken.
HDP ile birlikte Emek ve Özgürlük İttifakı adı altında bir araya gelen altı sol parti Türkiye’yi bu faşizan rejimden kurtaracak anahtarı kendi varlıkları ile ortaya koydular. Şimdi emeğin ve demokrasinin ülkenin politik hayatını ne kadar etkileyeceğini, emekçilerin yaşamında neyi daha kolaylaştıracağını, iyileştireceğini göreceğiz. İttifakı oluşturan Sol partilerin politik yaşamlarında pek çok ilk’ler yaşanıyor. Çünkü bizde müzakere, uzlaşı kültürü yeni. Bu bizim olduğu kadar uzlaşı aradığımız muhataplarımız içinde geçerli. Önümüzdeki seçimlerde böyle bir olasılık zayıfta olsa var. Ortaya çıkacak bu ve benzeri toplumsal gelişmeler, politik arenada yer alan Emek ve Özgürlük İttifakı liderlerinin politik feraseti ve kararlarıyla değerlendirilecektir. Eğer daha demokratik ortam yaratılabilirse politikada bir rahatlama da sağlanabilir, bu olasılık gerçekleşmez ve faşizan düzen devam ederse, en karanlık dönemlerde bile mücadele içinde olan insanlarda umudunu taşımaya devam edecektir.
Umudun taşıyıcısı Emek ve Demokrasi İttifakı
Emek ve Demokrasi İttifakını oluşturan Sol siyasi partilerden beklenen bir ilk’te mücadele eden güçlere, emek örgütlerine, hakları için direnen emekçilere öncülük edebilme yeteneği ve kapasitelerini gösterebilmeleridir. Yakın geçmişte yapılan seçimlerde ve toplumsal mücadelelerde HDP Kürt halkının ve ona inanan kesimlerin demokrasi için mobilize edilmesi, özlem ve taleplerinin karşılanmasında bu sınavlardan geçmişti. Şimdi özellikle Türkiye’nin batısında, Sol’un örgütlü olduğu ve örgütlenme potansiyelinin olduğu bölgelerde bu süreç nasıl gelişecek.
Her bir partinin büyük özenle hazırladıkları kendi programlarından süzülüp çıkarılacak en önemli, en can alıcı sorunlar ve çözüm önerileri; “politik hedefler” tespit edilmeli, yerellerde, bölgelerde bu mücadeleyi verecek her toplumsal kesimle tartışmaya açılmalı ve ustalıklı bir koordinasyonla her parti bu hedeflere ulaşmak için ortak çaba göstermelidir. İttifakı oluşturan her parti, kendi program ve hedeflerinin bugüne kadar, toplumda bir heyecan ve ilgi yaratmadığının farkında olarak, ülke çapında yürütülen politik mücadeleye katılmada, onu yönlendirmede, Kürt ve Türk halklarının emekçilerin hak ve özgürlük mücadelelerine öncülük misyonlarını yerine getirmede kendilerinin yarattığı bu imkânı azami ölçüde değerlendireceklerine inanıyoruz.
Politikanın belirlenmesinde yeni olan
İlk bakışta geleneksel yöntemlerden farklı olmasa da devrimci mücadelenin iki alanında politika ve örgütlenmede eksik kalan bir şey var mı bunu düşünmeliyiz. Yaşadığımız somut şartlarda politik hedefler yeniden ve bizzat bu hedefler için mücadele verecek olan işçilerin, emekçilerin katılımıyla yeniden üretilmelidir. Devrimci mücadelede her gün tekrarlanan genel hedefler politika değildir. Politikada yeni olan, emekçilerin nasıl bir düzende yaşamak istediklerinin, bu düzenin yasalarının, kurallarının bugünden başlayarak inşa edilmesidir. Emek ve Özgürlük İttifakını oluşturan Sol partilerin programları, strateji ve taktikleri işçi sınıfını harekete geçirecek canlılığı, anlaşılırlığı taşımıyor. Bunu on yıllardır mücadele veren sol partilere işçi sınıfının ve emekçi halkların gösterdiği teveccühten anlayabiliyoruz.
O zaman bu süreci yeniden gözden geçirmek zorundayız: politika adına parti programlarında belirttiğimiz genel hedefler ve doğruları tekrar etmek yerine, doğruluğuna, güncelliğine inansak bile politik hedefleri bugün yeniden üretmeliyiz; mücadelenin asli tarafları ile öznesi ile birlikte, yeniden tartışarak ve yeniden belirleyerek. Belki bu sürecin sonunda yaşayan, yol gösteren, canlı bir programa da sahip olabiliriz.
Ve örgütlenmede yeni olan nedir
Örgütlenme yöntemleri üzerine de düşünmeliyiz: Geleneksel sol politik örgütlenmede işçiler emekçiler örgütlenmenin nesneleridir; siyasi partiler, onlara politikalarını anlatır seçimlerde sol partilere veya ittifaklara oy vermesini ister, bu temsili demokrasinin gereğidir. Devrimci sendikalar da işçilerin yararına verdikleri hizmetlere karşılık işçilerin eylem, etkinlik, grev ve direniş kararlarının desteklemesini bekler. Burada da yönetimde/iktidarda olanlar karar verir, buna karşılık işçiler bu kararlara uyar, destek verir veya vermez. Bu yöntem de temsili sistemdir, iktidarların çizdiği sınırlar içinde geçerlidir. Bugüne kadar uygulanan ve yetersizliğini defalarca test ettiğimiz bu yöntemi de daha yetkin hale getirmenin yollarını bulmalıyız.
Örgütlenmenin amacını gerçekleştirecek olan da mücadele edecek olan da bilinçli işçidir, devrimcidir; bilinçli işçilerin oluşturacağı komitelerdir, meclislerdir. Mücadeleyi yürüten öncü işçilerin işten atılması, komitelerin dağıtılması, baskılar, tutuklamalar örgütlenme sürecini kesintiye uğratabilir. Örgütlenmenin sürekliliğinin sağlanamamasının önemli nedenlerinden birisi budur. O halde örgütlenmenin sürekliliğini sağlamak, örgütlenme ile varılmak istenen hedefe ulaşmak ve örgütlenmenin kazanımla sonuçlanmasını sağlamak için çalışma yöntemimizi kadrodan yığına döndürmeliyiz.
Politik hedeflerimizi, mücadeleyi yürütecek olan yığına, topluluğa, mahalle halkına, fabrikada çalışan işçilere, işsizlere, emeklilere, kadınlara, gençlere anlatmalıyız; bir yandan başarı için, politik hedeflerin gerçekleşmesi için öte yandan uygulanan politikaların doğrulanması ve yenilenmesi için.
Tarih bir defa daha bugüne yol gösteriyor
Geçmişte verilen mücadeleleri daha derinlemesine analiz etmek pek çok sorunu aydınlatacaktır. 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin temel nedeni işçilerin yıllarca emek vererek kazandıkları sendikal hak ve özgürlüklerine sahip çıkmaktı. Direnişin başarıya ulaşmasının iki koşulundan birincisi varılacak hedefin açık ve net olarak ortaya konulması ve ikincisi de bu hedefe ulaşmak için işçilerin örgütlenmesiydi. Sadece kadrolara değil doğrudan işçilere seslenildi. İşçi sınıfının muazzam gücü harekete geçirildi. Hem üretimden gelen gücü - fabrikalar durdurulmuştu -, hem de kitlesel gücü. İşçi sınıfının o gün geldiği aşamada eksik olan siyasal hedef ve siyasal bilinçti. Bu günlük mücadele içinde ne anlama geliyordu. İşçi sınıfının ekonomik ve siyasal mücadelesinin karşısında sermaye ve devlet güçleri vardı. Yani konu siyasal mücadele ile çözülebilirdi; işçiler güçlü sendikal örgütler kursalar bile, devlet müdahale ediyor ve bu örgütleri dağıtmak istiyordu. Bunu denediler. İşçiler direnişle bunu önlediler ancak işçi sınıfı, mücadelesini bir adım daha ileriye taşıyacak, bir kademe daha yükseltecek bir strateji ve bu stratejinin taktik hedeflerini belirleyecek, bunu inşa edecek bir siyasal partiden yoksundu. Türkiye siyasal yelpazesinin o günkü koşulları ayrı bir araştırmanın konusudur, bunu araştırarak bu gün eksik olanı bulmak gereklidir. Bugünün farkı; işçi sınıfı ve emekçilerin, hem mücadeleyi başarıya ulaştıracak hedefleri kendilerinin belirlemesi, bu fikriyatın arkasında güç biriktirmesi hem de siyasal partisini ve sınıf sendikalarını her gün direnişlerle mücadelelerle yeniden inşa etmesidir.
Siyasi bir direniş
1970’li yıllardan bir deneyime daha yakından bakarak bugüne gelmek istiyorum. 1975’den başlayarak 12 Eylül 1980 faşist darbesine kadar geçen sürede işçi sınıfı tarihinin en yığınsal devrimci, demokratik sendikal örgütlenmesini, aynı zamanda legal, illegal siyasi örgütlenmelerini sağlamış, bir güce kavuşmuştu. Öyle ki siyasal iktidarlar, işçi sınıfının sendikal örgütlerinin desteğini almak için onları muhatap alıyor, eleştirilerine kulak veriyor ve işçilerin aleyhine olan ekonomik kararları alamıyorlardı. Günlük hayatta sermaye ve devlet güçleri; mahkemeler, polis, devlet kurumları, Bölge Çalışma Müdürlükleri yasaların anti-demokratik maddelerine dayanarak işçi sınıfının ekonomik demokratik haklarını elde etmelerini engellemeye çalışıyor, kıyasıya bir mücadele veriliyordu. Sermaye ve devlet işçi sınıfının sendikal örgütlülüğüne karşı kurulu düzenin yasalarıyla baş edemez hale gelmişti. Bu mücadele sadece sahada değil devlet politikalarının belirlenmesi alanında ve ideolojik boyutlarda da sürdürülüyordu; Sermayenin en militan örgütleri MESS, TİSK, TÜSİAD işçileri komünist örgütlerden uzak durmaya çağırıyor, doğrudan Türkiye Komünist Partisi’ni ve devrimci sendikaları hedef gösteriyordu.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırıldı
Bu şartlarda işçi sınıfının kendi politik duruşunu oraya koyan, tarihinin en önemli direnişlerinden birisi 1976’da ortaya konuldu. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kuruluşu engellendi; DGM’ler CHP’yi rahatsız etmiyordu; doğrudan işçi sınıfının örgütlenmesini, komünistleri, devrimcileri yargılamayı kolaylaştırmak için devletin en önemli silahıydı. DGM’ler, işçi sınıfının, iktidarı da hedefleyen bir çağrısı ile başlayan işçi sınıfının öncülüğünde, doğrudan üretimi durdurarak sürdürülen dört günlük direnişlerle engellendi. Tehlikeyi önceden gören ve bu direnişi örgütleyen komünistlere, devrimci güçlere o dönem yöneltilen eleştirilerin haksızlığını, DGM’ler daha sonra tekrar faaliyete geçtiğinde verdiği mahkûmiyet kararlarıyla tarih bize gösterdi.
Siyasi mücadele
Ancak burjuvazinin bu sıkışmışlığı sadece siyasi bir programla ve stratejiyle derinleştirilebilir, geriletilebilirdi. Bu hazırlıklar önceden yapılmalıydı. DGM’lere karşı direniş, siyasi bir söylem çerçevesinde yürütülmesine rağmen siyasi mücadele perspektifinden yoksundu. O tarihlerde de işçi sınıfı kendi siyasi partisi ve gücüyle bu pratik adımları daha ileri götüremedi. Bu siyasi strateji, hedefler ve bunu hayata geçirecek örgütlenmeden de yoksundu.
Özetle ülkenin politika arenası bu mücadelelere sahne olurken komünistler ve devrimciler işçi sınıfının bağımsız, kendi politik duruşunu ortaya koyamadı. İşçi sınıfı, kendi partisi ile kendi politikalarını belirlemek yerine, seçimlerde desteklediği CHP ile ittifak kurma, bu yolla birtakım mevziler elde etme arayışı içinde oldu. Oysa aynı dönemde CHP, işçi sınıfının en önemli mevzilerinden olan devrimci sendikaların ele geçirilmesi operasyonunu başlattı. İşçi hareketini bölen bu çabalar, grevleri zayıflattı ve darbeye hazırlanan burjuvazinin işini kolaylaştırdı.
70’li yıllarda Türk burjuvazisi ve devleti dünyada yer edinmeye başlayan neo-liberal ekonomik, siyasal politikaları izliyor, bu modelin sınırlı da olsa demokratik kuralların, yasaların işlediği bir politik rejimde gerçekleşemeyeceğini biliyordu. Yürürlükte olan anayasa, sendikal yasalar ve toplumun örgütlü yapıları ile bu neo-liberal ekonomik programlar uygulanamazdı. Türkiye devrimci güçleri yaklaşan bu kasırganın farkına varamadı ve 12 Eylül faşist darbesinin yıkıntıları altında kaldı.
Tarih bugündür
Seçimlere doğru giderken toplumun tansiyonunu yükselten gelişmelerin olacağını beklemek gerekiyor. Yine toplumun politikaya duyarlılığının arttığı günleri yaşıyoruz. Aynı zamanda haksızlıklara karşı ülkenin dört bir köşesinde mücadeleler, direnişler, sürüyor. Devrimci güçler, başta Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri bu mücadelelerin içinde. Seçimlerde kuşkusuz faşizan cephenin geriletilmesi ve muhalif blokun, emek ve özgürlük güçleri ile bir müzakereyi, anlaşmayı kabul etmesi, demokrasinin başarısı olacaktır. Olmaması halinde yine mücadele sürecektir. Ancak gerçek başarı, büyük toplumsal değişimleri yaratacak dinamiklerin öncülüğünde, onların çabasıyla olacağı kesindir.
Bu süreci yaşarken, daha bugünden, her emekçinin kafasında özlediği demokratik düzene ulaşma ve bunun için toplumsal dinamiklerin hangi kanadından başlarsa başlasın kendisinin de bu öncünün bir parçası olduğu fikri olmalıdır. Bugünün dünden, tarihten farkı budur. Ve bu fikriyatın genişlemesini, yaygınlaşmasını sağlamak toplumun öncü güçlerinin görevidir. Emekçilerin yaşamak istedikleri düzeni kendilerinin kuracağı fikri, hayali daha şimdiden şekillenmelidir. Bu hayali canlandırmanın yolları bulunmalıdır. Toplumsal eylemlilikte ve hareketlerde politik öncülük bu sürede inşa edilecektir. Bu fikriyat ve eylemlilik demokratik toplumun inşasının temellerini oluşturacaktır.