31 MART YEREL SEÇİMLERİ: AKP - SARAY REJİMİ İÇİN SONUN BAŞLANGICI
Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 2 Nisan 2019 Tarihli Açıklaması
SEÇİM SONUÇLARI:
AKP - MHP İttifakı 31 Mart 2019 Mahalli İdare Seçimleri’nde yenilmiştir. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin gibi metropollerini ve bir dizi İl Belediye Başkanlıklarını kaybetmeleri somut bir sonuç ve göstergedir.
R.T. Erdoğan’ın kendi seçmenine moral vermek için bu seçimlerde de yüzde 52 ile en fazla oyu biz aldık ifadesi İttifak açısından görece doğru olmakla birlikte, AKP açısından bir yanıltma içermektedir. 2014 Mahalli İdare Seçimleri’nde yüzde 45,60 oranında oy alan AKP, 2019 Mahalli İdare Seçimleri’nde MHP’nin ittifak oyları düşüldüğünde yüzde 37,31 oy oranına düşmüştür. Bu AKP için yüzde 8,29 oranında bir oy kaybıdır. Ciddi bir oy kaybıdır. AKP bu oy kaybını gizlemek için İttifak oyları ile MHP oylarını toplayıp yüzde 52 gibi bir sonuç temelinde propaganda yapmaktadır ve hem yenilgiyi gizlemek, hem de oy oranını yüzde 7 artmış olarak göstermeye çalışmaktadır. Bu yalan ve kirli bir propagandadır.
AKP’nin yaşadığı yenilgiyi gizlemesi İstanbul, Ankara, Adana ve Mersin yenilgileri ile imkansız hale gelmiştir. Bu illerde ve bir dizi ilde daha kaybetmemiş olsaydı zaten böyle bir yenilgi ile karşılaşmamış olacaktı. O açıdan ürettikleri yalanların bir karşılığı yoktur. Mızrak çuvala sığmayacaktır.
AKP 2014 Mahalli İdare Seçimleri’nde İstanbul’da yüzde 41 karşısında yüzde 47,9 oy alarak kazanmıştı. Bu yüzde 8’lik bir fark idi. CHP ve onu destekleyen demokratik güç birliği bu seçimlerde oylarını yaklaşık 7 puan artırarak seçimi kazanmış gözükmektedir. AKP’nin ise İstanbul’da MHP oyları çıkarıldığında yine yüzde 4 oranında bir oy kaybına uğradığı görülmektedir.
HDP Kürdistan’da kayyımların önemli bir bölümünü geri almıştır. Diyarbakır özelinde oy oranı yüzde 55’den yüzde 63’e yükselmişti. 8 puanlık bir oy artışı ciddi ve başarılı bir sonuçtur. Bu sonuç, bölgede seçimlerin normal koşullarda yapılması durumunda tüm Kürt illerinde HDP’nin ezici olarak kazanacağına işaret ediyor. Ağrı, Muş, Şırnak ve Dersim’de devlet her ile özgün senaryolar ile HDP’nin gerçek oy oranını ortaya koymasını engellemiştir. Ağrı, Muş ve özellikle Şırnak’a ülkenin değişik illerinden on binlerce polis, özel harekatçı ve asker otobüsler ile seçimden bir gün öncesi taşınmış “görevli 142 belgesi” ile oy kullandırılmıştır. Şırnak’ta günün belirli bir saatinden sonra 142 belgesine dahi gerek görülmeden oy kullandırılmıştır. Ağrı ve Muş’ta geçerli oyların geçersiz sayılması haricinde demografik yapıda gerçekleştirilen değişiklikler ve göçmenlere vatandaşlık ve para verilmesi belirleyici olmuştur. Bu illerde de asker ve özel harekatçı ağırlığı gözden kaçmamıştır.
Dersim, devlet tarafından kendi başına bir laboratuvar olarak ele alınmış, HDP’nin kazanamaması için il ve ilçelerde her yola baş vurulmuştur. Kendilerini “Sol” olarak niteleyen, hatta “komünist” olduklarını iddia eden unsurlar devletin bu politikasında fiili rol üstlenmişlerdir. Ovacık ilçesi eski belediye başkanı Fatih Maçoğlu, Dersim Belediye Başkanlığı’na aday olurken, Hozat, Mazgirt ve Ovacık’ta da adaylarını belirlemiştir ve bu adaylar Maçoğlu’nun desteği ile kampanya yürütmüşlerdir. Ne ki, Ovacık başta olmak üzere bu üç ilçe de CHP tarafından kazanılmıştır. Çemişgezek ve 2014’de ÖDP’nin adayının kazanıp CHP’ye teslim ettiği Mazgirt ilçelerinde de şaşırtıcı bir şekilde başkanlıkları AKP kazanmıştır. Beş yıl boyunca Ovacık’ta başarılı bir belediye yönetimi sergileyen Maçoğlu’nun ardından o projeleri sürdürmek adına işaret ettiği adaylar neden seçilmemiştir. Fatih Maçoğlu HDP’den veya Bağımsız aday olabilecekken neden isim hırsızı sahte “TKP” adına seçimlere katılmıştır? Tüm bu gelişmeler Dersim açısından normal olmayan sonuçlardır. “Sol” adına hareket edenlerin üstlendikleri rol ciddi olarak irdelenmeli ve deşifre edilmelidir.
31 Mart seçimleri AKP’nin ve devletin kayyum politikalarının iflasının da belgesidir. Kürt illerinin ve ilçelerinin ezici çoğunluğunda kayyumların def edilmesinin ötesinde AKP’nin İstanbul başta olmak üzere, Ankara, Bursa, Balıkesir, Uşak, Nevşehir, Düzce gibi 16 AKP’li belediye başkanını görevden azlederek yerine kayyum atama politikası kendilerine zarar vermiştir. Bu nedenle AKP’nin kayyum politikaları iflas etmiştir tespitini yapmak yerindedir.
Bir bütün olarak ele alındığında 31 Mart Mahalli İdare Seçimleri barış ve demokrasi güçleri açısından ileri bir adım olarak değerlendirilmelidir.
SEÇİM KAMPANYASI SÜRECİ:
Seçim sonuçlarını ileri bir adım olarak değerlendirirken seçim öncesi son 4,5 yıllık süreci ve seçim kampanyası sürecinin doğru değerlendirilmesi gerekiyor. 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı ile baskı ve terör için düğmeye bastı. Yetmedi, 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı ile devlet terörünün ayarı yükseltildi. O da yetmedi 15 Temmuz 2016 Darbe Senaryosu ile baskı ve terör azami düzeye ulaştırıldı. Tüm bu önlemler Türkiye halklarının 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde AKP’ye yaşattığı yenilgi nedeniyle idi. Başkanlık Sistemi’nin halklarımıza dayatılmasını tehlikeye girmesi devleti bu ve benzeri önlemler almaya yöneltti. Türkiye 7 Haziran 2015 ve aşamalı olarak 15 Temmuz 2016 tarihinden beri azgın bir baskı ve terör mekanizması ile yönetiliyor. Özellikle Başkanlık Sistemi’nin bu koşullarda zorla uygulamaya sokulması ülkenin Başkanlık Sistemi ile açık faşist bir diktatörlük yönetimine geçtiğini tescilledi. Göstermelik bir Meclis, Başbakanı olmayan bir Bakanlar Kurulu ve her icraatın yönetildiği bir Saray. El atamadıkları bir Mahalli İdare Seçimleri vardı. Bu seçimlerde de halkların birikmiş tepkilerini oylar ile yansıtacaklarına o denli eminlerdi ki, ülkeyi bir sansür ve yasaklar karanlığına boğdular. Yazılı ve görsel tüm basın yayın araçlarını kontrolleri altına aldılar, insanların düşünce ve fikirlerini ifade etmelerinin önüne koyulabilecek tüm engelleri koydular. Grevleri ertelediler, en ufak bir eylemliliği polis terörü ile bastırdılar, Kürt illerinde terörü had safhaya ulaştırdılar, illeri ilçeleri içindeki canlı sivillerle yakıp yıktılar, cezaevlerini tıka basa doldurdular, sosyal medya kullanıcılarının peşine düştüler ve en küçük muhalif paylaşım veya görüş sahibini terör örgütü propagandasından yargıladılar… Bu uygulamalar saymakla bitmez.
İşte bu koşullarda 31 Mart seçimlerinin propaganda sürecine gidildi. Seçim propagandası için açılan seçim ofisleri, “siyasi propaganda yapılıyor” gerekçesi ile basıldı, talan edildi ve kişiler gözaltına alınıp tutuklandı. Baskı bu düzeyde iken ülkenin Cumhurbaşkanı 59 ilde 102 seçim mitingi gerçekleştirdi. Tüm mitinglerin giderleri devlet bütçesinden karşılandı. Katılımcılara 150 TL yevmiye dağıtıldı, belediyelerin kitle taşıma araçları ücretsiz katılımcı taşıdı. Cumhurbaşkanı sanki kendisi Belediye Başkanı adayıymışçasına il ve ilçelerde AKP’ye oy istedi. AKP dışındaki tüm rakiplerini çirkin bir dille kötüledi. Özellikle HDP hakkında terör örgütü suçlamalarını sözlü yapmanın ötesinde miting kürsülerinde videolar gösterdi. Önce HDP ve beraberinde CHP’yi hedefe aldı. İstanbul ve Ankara’nın tüm ilçelerinde mitingler yaptı. Bir günde 8 mitinge konuşmacı olarak katıldığı oldu. TV’lerde ısmarlama programlar yaptırıp kendini anlatmaya, rakiplerini düzeysizce suçlamaya çalıştı. Bu amaçla talimatla TRT ve ATV’nin program akışlarını alt üst ettirdi. Bir anlamda medyayı kendi malı gibi kullandı ve rakiplerine kara bir medya sansürü uygulattı. Her ilde büyük gazetelerin içinde 48 sayfaya varan seçim broşürlerini bağış karşılığı ek olarak ücretsiz dağıttırdı. Yalan yanlış üretilmiş projeler ile okuyucuyu aldatmaya çalıştı.
Bütün bunları Eregenekon’cuların, Kontr-Gerilla’nın doğrudan desteği ile gerçekleştirdi. Erdoğan TC Devletini oluşturan güçlerin ortak adayı olarak piyasaya sürüldü. CHP, İyi Parti ve Saadet’in bazı Kürt illerinde AKP lehine aday çıkarmaması ve AKP’nin tek başına HDP’nin karşısına güçlü olarak çıkarılması başka türlü nasıl açıklanabilir. Veya Dersim’de daha önce HDP’li olan ilçe belediye başkanlıklarının CHP ve AKP arasında paylaşılması başka ne anlama gelebilir. Bu kirli taktiği gizlemek için Dersim belediye başkanlığına yönelik izlenen strateji de paralel bir stratejidir. Böylesi kirli emellerine partimizin adını alet etmeleri iyi düşünülmüş ayrı bir taktiktir. Devlet bu yöntemlerle kendi kürtlerini, kendi alevilerini ve kendi komünistlerini yaratmaya çalışıyor. Ancak komünistler Kemalizmin bu kirli oyunlarını 1920’lerden beri tanıyorlar ve er ya da geç boşa çıkaracaklardır.
Sonuçta son derece orantısız ve baskı-terör ortamında, yasaklar altında tek taraflı bir seçim süreci yaşanmıştır. Seçimler TC Devleti ile Türkiye ve Kürdistan’In Barış ve Demokrasi güçleri arasında bir mücadeleye dönüşmüştür ve sonucu bellidir. Barış ve Demokrasi Güçlerinin elde ettikleri başarı tamamen yığınlar içinde yürütülen sürekli ve kesintisiz çalışmaların ürünüdür. Bunun sayesindedir ki halklarımız yakaladıkları ilk fırsatta tepkilerini dile getirmişlerdir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm bu çabaları boşa çıktı ve bu kadar çabayı neden harcamak zorunda kaldığı da 31 Mart gecesi herkesin nezdinde gün yüzünü gördü.
SEÇİMLER SONRASI:
Recep Tayyip Erdoğan 2017 yılında “İstanbul’da tekleyen, Türkiye’de tökezler” ifadesini kullanmıştır. Bu çerçeveden bakıldığı zaman AKP’nin 31 Mart seçim sonuçlarını kabul etmesi ve hazmetmesi kolay olmayacaktır. Seçim gecesi balkon konuşmasında hem dolaylı olarak yenilgiyi kabul etmiş ama aynı zamanda başkanlık sistemine dayalı Cumhurbaşkanlığı bizde, Meclis’te çoğunluk bizde “kolaysa aldıkları belediyeleri yönetsinler de görelim” tarzında tehditler savurmuştur. Seçim sonuçlarını manipüle etmek için tüm devlet olanaklarını kullanacaklardır. Bir seçim gecesinde, önce 2,5 saat, sonra da 13 saat sandık sonuçlarının veri akışının duyurulmasının kesilmesi görülmemiş bir yaptırımın uygulanmasıdır.
Bütün bu davranışlar güçlü olmanın değil, güçsüzlüğün, güç kaybetmenin, yenilginin ve bu yenilgiyi hazmedememenin emareleridir. Devletin tüm olanaklarını tek taraflı kullanıp bu sonuca katlanmak kolay olmasa gerekir, ancak gerçeğin kendisidir. Erdoğan balkondan “4,5 sene seçim yok, bu ülkeyi biz yöneteceğiz” derken baskı ve devlet terörünün daha da artacağının işaretini vermiştir.
Ülkede ekonomik durum özellikle son iki yılda hızla baş aşağı gitmiştir. Ekonomik kriz seçim ekonomisi ile mümkün olan en alt düzeyde topluma yansıtılmaya çalışılmıştır. Bütün umutları 31 Mart seçimlerinde farklı bir başarı elde edip yabancı sermayeyi tekrar daha güçlü olarak ülkede yatırıma yöneltmekti. Bu planları da böylece boşa düşmüş oldu. Onun içindir ki ülkedeki işbirlikçi tekelci sermaye temsilcileri seçimin hemen akabinde itidal çağrıları yapmaya ve Erdoğan’a daha fazla sarılma ihtiyacı hissetmişlerdir. Ülkenin ekonomisinin en yoğun olarak döndüğü büyük kentlerde belediyelerin el değiştirmesi sadece o kentlerden elde edilen rantı değil, ülke ekonomisinin bütününe farklı etkide bulunacaktır.
Uluslararası finans ve sermaye çevreleri de NATO üyesi ve ABD ile AB’nin müttefiki Türkiye’nin işbirlikçi Cumhurbaşkanı’na sahip çıkma çabası içindedirler. Bu sahip çıkma hiç bir zaman Türkiye halklarının hayrına bir sahip çıkma olmayacaktır. IMF ve benzeri uluslararası finans kuruluşlarının ekonomik dayatmalarına, kemer sıkma politikalarına daha fazla uymak zorunda kalacak olan işbirlikçi oligarşi bunun acısını işçi, emekçi ve yoksullardan çıkarmaya yönelecektir. Bu da ekonomik krizin etkilerinin toplumun tabanında en ince kılcal damarlara kadar hissedilmesine neden olacaktır.
İşbirlikçi oligarşi bu ekonomik ve politik çıkmazdan çıkış yolunu yine baskı, terör, ırkçılık, milliyetçilik ve savaş politikaları ile deneyecektir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde içte ve dışarıya karşı baskı, terör ve savaş politikaları gelişecektir. Devletin halka karşı sertleşmesi önümüzdeki dönemde daha da artacaktır. Devletin seçilmiş CHP ve HDP belediyelerine karşı eşitsiz yaklaşımı, haksızlıkları ve hatta kimi yerlerde kayyum atamaları söz konusu olacaktır. Bakanlar Kurulu’nun önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanlığı karar tasarısı olarak Meclise “Belediyelerin merkezden atanması” önerisini getirmesi ve bu tasarıyı çoğunluğunu oluşturdukları Meclis’te onaylamaları kimseyi şaşırtmamalıdır. Böylece burjuva demokrasisinin açtığı son kalan tünel olan Mahalli İdare Seçimleri de ortadan kalkmış olacaktır.
Partimizin görüşü odur ki, AKP bu sertlik politikalarını gözden geçirse ve baskı, terör poliitkaları yerine daha uzlaşmacı ve barışçıl bir politika izlese ülkenin birçok sorununa kendi açılarından dahi daha makul çözümler üretebilme olanakları artacaktır. Bu durumda barış ve demokrasi güçleri mücadelelerini ve görüşlerini daha demokratik bir ortamda ortaya koyabileceklerdir. Ne ki, MHP destekli AKP – Saray yönetimi bugüne dek gelinen noktada işlediği suçlar ve uyguladığı politikalar nedeniyle buna hazır gözükmüyor. Umarız bu konuda biz yanılırız.
GÖREVLERİMİZ:
AKP - MHP İttifakını yenilgiye uğratan Barış ve Demokrasi Güçlerinin kararlı duruşu ve mücadelesi olmuştur.
Partimizin de destek verdiği HDP’nin seçim stratejisi bu mücadelede başarısını kanıtlamış ve sonuç alıcı olmuştur. Şimdi bu deneyden ders çıkarmak ve bu deneyi genelleştirmek ve de sürekli hale getirmek gerekmektedir.
Bu seçimler bir kez daha kanıtlamıştır ki, ülkenin karanlıktan aydınlığa çıkması ancak Türk ve Kürt halklarının birleşik mücadelesi ile mümkün olacaktır.
Önümüzdeki süreç Türkiye işçi sınıfı hareketinin güçleneceği, barış ve demokrasi mücadelesinde katkısını belirleyici olarak artırması gereken bir dönem olacaktır. Bu seçimler bunun mümkün olduğunu gösterdi.
Tüm barış, demokrasi, emek, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin birlikte mücadelesinin pekişmesi, gelişmesi ve güçlenmesi ancak yerellerde, üretim alanlarında ve işyerlerinde olabilecektir. Sınıfın yoğun olduğu her alan bu çalışmaların doğru adresidir.
Özellikle demokratik muhalefetin güçlü olduğu ilçelerin dışında, AKP ve MHP’nin oy deposu olan işçi yatağı semt ve mahalleler çalışmalarımızın ana eksenini oluşturmak zorundadır. Fabrikalar ile mahalleler ve mahalleler ile fabrikalar arasında karşılıklı bir etkileşim yaratacak kanallar oluşturulmalı, ekonomik, sosyal ve sendikal mücadeleye katılım artırılmalıdır.
Gençliğin dinamizmi işçi sınıfının mücadelesi yolunda doğru kanallara akıtılmalı, özellikle kadın - erkek işçi gençliğin örgütlenmesinde kalıcı adımlar atılmalıdır.
Devletin kolluk kuvvetlerinin baskı ve terörü karşısında geri adım atıp sinmek yerine, işçi, emekçi ve yoksulların öz güvenini de artıracak karşı duruşların geliştirilmesi önümüzdeki dönemde mücadelenin yaygınlaşmasında belirleyici önem taşıyacaktır.
Bu seçimler bir kez daha göstermiştir ki; devletin tüm maddi ve manevi olanaklarını dahi kullansa sömürücü, baskıcı ve tehditkar olanlar mazlumların karşısında yenilmeye mahkumdurlar.
MHP destekli AKP - Saray rejiminin bir gün sonunun gelip yıkılacağını her zaman dile getirdik. 31 Mart seçimleri MHP destekli AKP - Saray rejiminin sonunun başlangıcıdır.
Sonucu belirlemek başta işçi sınıfının devrimci güçleri olmak üzere tüm barış ve demokrasi güçlerinin eseri olacaktır.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
2 Nisan 2019