Asıl Depremi Bekleyin

Asıl Depremi Bekleyin

Maraş merkezli, Hatay’ı yok eden on ilde ağır yıkımlar yaratan depremin üzerinden on beş gün geçti. Öncelikle başta göçük altında kalan en yakın aile bireylerini yitiren yoldaşlarımızın acısını paylaşıyoruz. Zorlukla göçük altından çıkarak canını kurtarabilen yoldaşlarımızın canlarının sağlığı için buruk bir sevinç yaşarken, kayıplarından dolayı kendilerine güç diliyoruz. Çok üzgünüz.

Üzgün olduğumuz kadar da öfkeliyiz. On beş gündür yurttaşlarını en ağır maddi ve manevi kayıplara rağmen ortada çaresiz bırakan devlet yetkililerine öfkeliyiz. Ortaya çıkan tablo, merkezi bir devlet yapısı ve tüm yetkileri merkezde toplayan bir niteliğe karşın yok denecek düzeyde yetersiz bir planlama ve yönetim zaafı olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Yansıtmak ne kelime… Yaşatmaktadır.

Kapitalist yönetim altında, yine de kamucu kimi özellikler taşıyan tüm yapılar 1983 yılından itibaren yok edilmiş, egemen sermaye çevrelerine, yabancı sermayeye peşkeş çekilmiştir. Kısıtlı olmasına rağmen neo-liberal yönetim sistemine geçiş öncesi kimi sosyal güvenceler sunan kamunun sosyal kurumları yok edilmiştir. Sağlık sistemi özelleştirilmiş, Şehir Hastaneleri adı altında oluşturulan sağlık kurumları adı Kamu-Özel İdare Kurumu olmakla birlikte, yurttaşların sağlığının ticarileştirildiği özel sermaye kurumlarına dönüştürülmüştür. Kapitalist devletin, devlet kapitalizmi ile dahi yönetilse bile özünde egemen sermaye sınıflarının devleti olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Değilse bu kadar kamu kurumu bu kadar kolay özelleştirilemezdi. Sömürücü, kan emici sömürü sisteminin devlete sahip olmasının acı sonuçlarını 80 küsur milyon nüfusun ezici çoğunluğu olarak tekrar yaşıyoruz. Bu defa halklarımız bu gerçekle acı bir şekilde yüzleşmektedir.

TV’lerde bağış kampanyaları düzenleten devlet, 24 yıldır toplanan deprem vergileri konusunda hesap verememektedir. Hatta resmi ağızlardan deprem vergilerinin deprem için kullanılmasının şart olmadığı içerikli açıklamalar yapacak kadar densizleşmişlerdir.

Devletin Kızılay gibi, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi sosyal kurumları rejim partileri mensuplarına iş ve gelir yaratma kapısı haline getirilmiş, her türlü yolsuzluk ve istismarın kurumları haline getirilmişlerdir. Çiftlik haline getirilen kurumların niteliksel olarak da yetersiz olduğu gerçeği yaşanan bu ağır yıkım sonrası herkesin anlayacağı şekilde ortaya çıkmıştır. Kurumların sorumluluk alanlarına yabancı unsurların yönetiminde olmaları koşullarında farklı bir sonuç beklenemezdi.

Yaşanan ağır deprem sonucunda yurttaşlarımız bu gerçeklerle bizzat yüzleşmişlerdir. Bu yüzleşme unutulabilecek nitelikte değildir. Maddi ve manevi tüm varlıklarını kaybeden yurttaşlarımızın bu yüzleşmeleri bu kez farklı olacaktır. Onun içindir ki devlet ve iktidar yöneticileri deprem alanlarında rahat gezememektedirler.

Enkaz altından henüz can verenler çıkarılamadan enkaz kaldırma çalışmalarına girişen ve bir yılda konut yapımını tamamlayacağını ilan eden bir yönetimin ne amaçla avuçlarını ovuşturdukları aklı selim olan her yurttaşın bilincine kazınmaktadır. Düşününüz ki, sokakta kalan ve acı içinde kıvranan yurttaşlarına gerekli geçici barınma olanaklarını yaratamayan bir yönetim, konut sorununu en kısa sürede çözme vaatleri vermektedir. Onlar ölüm ve yıkımlardan dahi kazanç sağlama zihniyetine sahip olduklarını kendi açıklamaları ile belgelemişlerdir.

Halklarımız bir gerçekle bir kez daha yüzleşmişlerdir. AKP ağırlıklı il ve ilçelere yardımda öncelik sağlanırken diğer il ve ilçeler ihmal edilmiştir. İşçi ve emekçilerin yaşadığı yoksul il ve ilçeler ihmal edilmiştir. Kürtlerin, Arapların, Alevilerin yerleşim alanları ihmal edilmiştir. Kısacası ayrımcılık böyle bir afet koşullarında dahi uygulanmaya devam etmiştir.

Bazı gerçekleri yazıyla veya sözle anlatmak mümkün değildir. Yaşamak, şahit olmak ve görmek gerekir. Yaşanan ağır doğa felaketinden sonra yaşanan daha ağır ayrımcı uygulamaların anlaşılması ancak bu şekilde mümkündür. Bu da sınıf gerçeğidir. Milliyetçiliktir. Tekçi anlayışın pratiğe yansımasıdır.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi insanların aklıyla alay ediyorlar. Bir yandan kendi kaynaklarından 300 bin konutun yıkıldığını söylüyorlar. Diğer yandan orantısız düzeyde düşük can kaybı sayıları açıklıyorlar. Gecenin bir yarısı, insanlar uyurken yıkılan 300 bin konutun her birinde ortalama üç kişi yaşasa can kaybının 900 bin olması gerekir. Ancak, bu yıkım ve can kayıpları ile bizzat karşı karşıya kalan insanlarımız kendi mahalleleri, semtleri, ilçeleri, illeri ile ilgili açıklanan can kayıplarının gerçekle karşılaştırmasını çok kolay yapabiliyorlar. Açılan yan yana binlerce insanın kimliksiz gömüldüğü toplu mezarlar basın üzerindeki sansür nedeniyle kamuoyundan saklanmaya çalışılsa dahi binlerce şahidi var. Bunu gizlemek mümkün mü?

İmar barışlarını kimin yaptığı, çürük inşaatlara imar izni veren, denetlemeyenlerin kimler olduğunu insanlarımız yaşayarak öğrendi. Belki dün maddi ve varlık açısından kazanç olarak gördükleri için imar barışına sevinmişlerdi. Ancak bugün bu sahte umutların hiçbir anlamı olmadığını, hatta maddi, manevi ve nakdi kayıplarının yeniden tanzim edilemeyeceğini yaşayarak acı içinde öğrendiler. Kurulu çürük egemen sömürü düzeni için asıl deprem böyle başladı.

Şimdi yaralar sarılıp yeni bir yaşam kurmak gerekiyor. Ancak yaraların sarılması konut inşası ile olacak bir iş değil. Yaraların sarılması tüm ihmalleri yaratanlardan sorulacak hesap ile ilgili bir konu. Bu kadar ağır kayıpları veren insanlar bu kez bu gerçekleri geçiştirip yok saymayacaklardır. Bölgede daha ilk günlerde OHAL ilan edilmesinin asıl nedeni de budur.

Bölgeye gerekli yardımın devlet tarafından götürülmemesi aynı zamanda sağ kalanları göçe zorlayarak ağırlıkla Kürt, Arap ve Alevi halklarımızın yaşadığı bölgenin demografisinin değiştirme amaçlı olduğu ön görülüyor. Bu öngörü yabana atılacak gibi değil. Onun için demokratik ve sosyalist muhalefet güçleri halkı yerlerini yurtlarını terk etmemeye çağırmaktadırlar.

Demokratik kuruluşlar, devrimciler, sosyalistler, komünistler ağır yıkım ve can kayıpları koşullarında halklarımızın ilk anından itibaren yanı başında olmuşlardır. Bunu en iyi yaşayanlar biliyor. Türkiye’nin her köşesinde dayanışmanın nasıl örgütlendiğini en iyi bu acının muhatapları yaşamaktadır. Eğer ağır yıkım ve kayıpların muhatapları yaralarını sarmak için kendi öz örgütlenmelerini yaratmazlarsa yaratılan dayanışma ruhu eksik kalacaktır. Olayın muhataplarının oluşturmaya başladıkları deprem koordinasyon merkezleri bugün yaşam savaşına yönelik faaliyet yürütürken, yarın ise yeni yaşamı kurmak için çalışmalarını sürdürecektir. Bu öz örgütlenmeler kalıcı Meclis faaliyetlerine yükselerek yaşamı yeniden kuracaklardır. Yeni yaşam bu şekilde şekillenecek, halk insiyatifi artık elden bırakmayacaktır. Komünistlerin bu konuda ciddi sorumlulukları var. Kendi reklamlarını yapmadan, halkın yüreğinde gerçekleştirdikleri somut dayanışma ve yürüttükleri çalışmalar ile yer edineceklerdir. Bunu şimdiden yaşıyoruz. Ne devletin baskısı, ne de propagandaları bu gerçeği saptıramayacaktır. Kendi bindikleri dalı kestiler. Sonuçlarına mecburen katlanacaklar.


Konuyla ilişkili diğer makaleler