Stalin Sonrası Döneme Geçiş: Çöküşün Kodları (3)

Stalin Sonrası Döneme Geçiş: Çöküşün Kodları (3)

Savaş Sonrası SSCB’de Alternatif Reform Planları:

  1. Stalin’in “Planı”

Savaş sonrası Sovyet toplumunda bir değişim ve reform beklentisi olduğunu tespit etmek durumundayız. Bu son derece doğaldır, zira ülke hem savaşta bütünüyle (tüm halklar ve tüm kuşaklar) büyük bir bedel ödemiş, savaşın, yani “silahlı siyasetin” aktif unsuru haline gelmiş, savaş sonunda elde edilen zaferle de dünya çapında bir siyasi-askeri süper güç haline gelmiştir.

Ülke hem zor günleri (fakirlik, teknolojik gerilik, feodal kalıntılar), hem de iç çatışmaları (parti içinde başlayıp toplumu saran ve daha önce bahsettiğimiz temizlik kampanyalarını) aşmış; tek bir yumruk gibi büyük bir başarıyı hayata geçirerek geleceğe umutla bakmaya başlamıştır. Hem iç, hem de dış düşman tümüyle yenilmiş, bu olgular 1930’lardaki gibi siyasal katılımı sınırlamanın makul gerekçesi olmaktan çıkmıştır. Batı emperyalizmi elbette yeni bir tehdittir; ancak ülkenin ulaştığı nükleer silah ve devasa askeri güç, tüm Sovyet halklarına güven vermektedir. Sovyet halklarının buna bağlı olarak siyasette daha fazla katılım ve söz sahibi olma beklentisi, ve bu yönde bir siyasal değişim/dönüşüm isteği tüm yönetici kademelerde hissedilmektedir ve çeşitli reform planları gündeme gelmiştir.      

Stalin’e yönelik suçlamaları boşa çıkaran analizleriyle tanıdığımız Grover Furr, “Stalin ve Demokrasi” adlı eserinde belgelere dayanarak bizzat Stalin’in bir “demokrasi planı”ndan söz etmektedir. Bu alandaki belgeler bir bütün olarak araştırılmaya muhtaçtır ve bizleri “ideolojik olarak memnun ettiği” için tek bir araştırmayı “kesin doğru” olarak almamız doğru olmaz. Ancak gene de, G.Furr’un iddiaları arasında başka kaynaklarca da doğrulanabilecek olanları, yani yayınlanmış kaynakları “çapraz sorguladığımız” zaman hala geçerliliğini koruyan iddiaları ortaya koyalım:

  1. 1947 Parti Program taslağı:

Partinin politik ve ideolojik görevlere ağırlık vermesini hep savunmuş olan Jdanov, 1947 yılında yeni dönem için bir Parti Program Taslağı hazırladı. Bugüne kadar varlığı dahi açıklanmayan bu taslağa, bugün erişme şansı olan sınırlı araştırmacının yaptıkları alıntılar, ciddi bir şaşkınlık yaratmaktadır. Taslakta var olan kimi açılımlar şunlardır:

  • Halkın komünist bilincini geliştirerek, idari baskının yerini “kamuoyu etkisi”nin alması 
  • Devletin işlevlerini daraltarak onu sadece iktisadi hayati düzenleyen bir mekanizmaya çevirmek
  • Kitle örgütlerine, Yüksek Sovyet’e kanun önerileri getirme yetkisi vererek “aşağıdan yasama” girişimlerini yaymak
  • Tüm emekçilere karar alma süreçlerine katılım hakkını devreye sokmak
  • Tüm iç ve dış politika meselelerinde yurttaşlara ve kitle örgütlerine Yüksek Sovyet’e direkt öneri getirme hakkını tanımak
  • Her yıl Parti Merkez Komite üyelerinin “en az altıda birini” zorunlu olarak yenilemek

Jdanov bu taslağı tartışmak da dahil olmak üzere, 19.Parti Kongresinin 1947 sonunda toplanmasını önermiştir.

Stalin’in de bilgisi ve onayı çerçevesinde hazırlanan bu taslağın akibeti meçhuldür ve bir aşamada (muhtemelen MK Plenuımunda) reddedilmiş, dahası unutulmaya terkedilmiştir. Kongre ise ancak 1952’de toplanabilmiştir.

  1.  “Geçerliliğini yitirmiş köhne kavramlar:

 Genel Sekreter, Politbüro, Sekretarya”:

Burada, mevcut ezberlerimizi bozan ve uluslararası komünist hareketin pratiğinde başköşede duran temel kurumlara yönelik eleştirel bir yaklaşımı, bir dönem açılıp, kısa bir süre sonra hızla “kapatılan” ve unutulmaya terkedilen bir açılımı hatırlatmak istiyoruz. Bilindiği gibi KP’lerde partinin lideri ve en yetkili kişisinin “Genel Sekreter” pozisyonuna konulması ve bu pozisyonla anılması (belli istisnalar dışında) bir genel pratik haline gelmiştir; ve bu durum, Bolşevik Partisi’nde Stalin’in “genel sekreter” olarak seçildiği 1922 yılından sonraki gelişmelerin sonucu olmuştur. Genel Sekreter olan Stalin, daha sonra önderlik ettiği atılımlarla partinin ve SSCB’nin en güçlü adamı ve lideri olmuş, KP’lerde de liderin “Genel Sekreter” olması bir tür “adı konmamış kural” haline gelmiştir (PKK’de dahi A.Öcalan bir dönem “Genel Sekreter” olarak anılmaktaydı).     

Bu fiili durumu ilk sorgulayan gene Stalin olmuştur. Önceleri, parti içi çatışmada çok yıprandığını hissederek iki defa Genel Sekreterlikten istifa etmeyi önermiş, ısrar üzerine bu pozisyona geri dönmüştür. Ancak (örneğin 1927’de) sadece Genel Sekreterlikten istifa etmeyi değil, Genel Sekreterliğin lağvedilmesini önermiştir. Özet olarak söyledikleri şunlardır: “Lenin zamanında 11. Kongreye kadar Genel Sekreterlik yoktu, o dönem parti içi muhalefetin yarattığı kaosu gidermek için yaratıldı. Bu, şu anda ölü bir kurumdur ve tüm bölge MK’larında türeyen “Genel Sekreter”ler yaptıkları müdahalelerle sorun yaratmaktadır.” Başka bir fırsatta da Parti sekreteryasını bir tür “gölge hükümet” olarak nitelendirmiştir.

Bu son derece makuldür, zira Genel Sekreter, parti içindeki iç işleyişi koordine etmek ve düzenlemekten sorumludur ve bu durum partide “genel başkan”lık ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Partiyi kitleler önünde temsil eden, partinin şiarlarını kitlelere en etkin biçimde aktaran, diğer siyasi güçlerle mücadelede taraftarlarına coşku veren, parti kadroları ve tabanı üzerinde en fazla saygınlığa sahip olan şahıs, partinin lideri ve Başkanıdır. Genel Sekreter ise, disiplinli ve becerikli, kadroları yakından tanıyan ve “doğru işi doğru insana” veren, günlük iç işleyişin en etkin şekilde sürmesini sağlayan bir tür “baş örgütçü”dür. Bu iki kavram iki farklı (ve ikisi de ayrı ayrı gerekli) fonksiyona ve iki farklı profile denk düşmektedir ve birçok partide “Genel Başkan”lığın Genel Sekreter lehine iptal edilmesi, aslında partilerde kitlelere değil, kendi içine yönelik bir politik işleyişi, ve “halk lideri”nden çok “örgüt/aparat adamı” şeklinde bir yönetici profilinin ön plana çıkmasını beraberinde getirdi.

Benzer bir yaklaşım sekretarya için de geçerlidir. Genel Sekreter’in örgüt içi işleyişi düzenlemek için yarattığı aygıt olan ve kimin nereye atanacağına karar veren Sekretarya, Partinin en büyük güç olduğu bir ülkede, parti içinde fiili gücün toplandığı bir organ olarak en etkin güç odağı haline geldi. Sovyet, meclis, hükümet gibi seçimle gelen organların tamamıyla üstünde ve onlara hakim bir güç olarak Sekretarya, gerçekten de Stalin’in söylediği gibi bir “gölge hükümet” ya da “gölge iktidar” haline geldi. Stalin’in parti içi mücadelede bir anlamda kendini iktidara taşıyan aygıtı sorgulaması da ayrıca kayda değer bir olgudur.

Politbüro, da benzer bir “tarihsel kalıntı”dır. Ekim Devrimi sonrası İç savaş yıllarında tüm parti örgütü savaşa ve ülkeyi ayakta tutmaya yoğunlaşırken, profesyonel olarak politika ve diplomasiyle ilgilenmek ve etkin politikalar üretmek için kurulan Politbüro, bir süre sonra MK’nın üstünde Partinin en etkili resmi organı haline geldi. Bu da gene, tıpkı Genel Sekreterlik gibi tüm dünya KP’lerinde, hatta kimi ulusal kurtuluş hareketlerinde (FKÖ’nün dahi bir “Siyasi Büro”su vardı) benimsenen bir şablon haline geldi. “İşi politikayla ilgilenmek ve politika üretmek” olan bir üst kurul olarak Politbüro fikri bugün sorgulanmalıdır. “Politika üretmek, politikayı yorumlamak, mevcut politikaları tartışmak ve geliştirmek” görevi aslında en üstten en alta kadar TÜM parti organlarının, MK’dan hücrelere kadar tüm birimlerin asli görevidir. Bu görevi bir “üst” kurula havale etmek, tüm diğer birimlerin kendilerini kapitalist ülkelerde günlük işlere (dar pratiğe), sosyalist ülkelerde ise ekonomik ve idari işlere hapsetmeye götürebilen bir anlayışı güçlendirir. Bunun sonucu, baştan aşağı “siyasi” bir örgüt olması gereken Partiyi a-politikleştirmeye götürebilir. Stalin (ve Jdanov gibi başka önderlerin) SSCB’de tüm parti birimlerinin günlük ekonomik/idari işlerden sıyrılarak politika ve ideolojiye daha fazla ağırlık vermelerini sağlamak gibi bir kaygıları olduğuna değinmiştik.

Öte yandan Bolşevik Partisindeki (ve 1956 sonrası SBKP’deki) haliyle Politbüro, sosyalizmin kuruluşu ile birlikte devlet organlarının önemli temsilcilerini de içine alarak (başbakan, devlet başkanı, Kızıl Ordu komutanı ve istihbaratın başkanı gibi) birleşik bir Parti-devlet iktidarı organı, ve (teşbihte hata olmaz!) bir tür Milli Güvenlik Konseyi haline gelmiştir. Bu haliyle Politbüro hem Partiyi, hem de hükümeti ve devleti yöneten bir üst kurul durumundadır. Stalin 1952’de Politbüro’yu feshederek yerine bir Prezidyum (Başkanlık Kurulu) önermiş; bir yandan tüm partinin “politik” olması gerektiğini hatırlatarak Politik Büro sıfatını kaldırmış, öte yandan da bu kurulun içinde Devlet Başkanı ve Yüksek Sovyet Başkanı’nın bulunmaması gerektiğini söyleyerek Parti ve Devlet fonksiyonlarını ayırmayı hedeflemiştir.

Grover Furr’un bu iddiaları gerçeklerle de örtüşmektedir, zira mevcut tüm kaynakların doğruladığı üzere 1952’de:

  1. Sekretarya daraltılmış ve kadrosu asgariye indirilmiş (10 sekreter)
  2. Genel Sekreter pozisyonu lağvedilerek, daraltılmış Sekretaryanın eşit bir üyesi haline getirilmiştir
  3. Politbüro lağvedilerek SBKP(B) Prezidyumu kurulmuştur. Bir kısım “devlet ricali” hala içinde kalmakla birlikte sayısı ve kapsamı genişletilmiştir.

Sadece isim değişikliği olarak gözüken, ama özünde bir fonksiyonel değişikliğin ilk adımları olan bu düzenlemeler sadece Stalin’in ölümüne kadar değil, ondan sonra da bir süre devam etmiştir.

  1. Partinin üye profilini dönüştürmek:

Burada G.Furr’ün aktardığı en ilginç düzenleme, parti kadrolarının maaşlarına ilişkin Stalin’in önerdiği ve hayata geçirdiği uygulamadır: Partiyi bir “kariyer yapma aracı” daha doğrusu bir “ikbal kapısı” olmaktan çıkarıp gerçekten gönüllü ve fedakar unsurlardan oluşmasını sağlamak için Stalin, belirli bir kademedeki (cumhuriyet, bölge, il..vs) Parti yöneticisinin, aynı seviyedeki Sovyet ya da hükümet temsilcisinden %10 daha az maaş almasını önermiş ve bu öneri 1952’de hayata geçirilmiştir.

  1. Partiyi ağır ağır devreden çıkarmak:

Furr, Stalin’in partiyi geri plana iterek, onu sadece politik ve ideolojik görevlere yoğunlaştırmayı, tüm fiili gücü seçilmiş organlara (Sovyetler, yerel meclisler ve onların seçtiği hükümete) vermeyi düşündüğünü belirtmektedir. Bu, doğru bir yaklaşım ve mümkün bir olay olmakla birlikte, Stalin’in bizzat bunu planladığı fikri belgelerle ispata muhtaç bir iddiadır. Gene de şunu belirtelim: 1950 sonrasında Politbüro “Prezidyum” olarak yeniden dizayn edildiğinde Stalin’in Partide kalan yegâne resmi görevi MK üyeliğidir. Furr, bir ara Stalin’in MK’dan dahi ayrılarak partiyi “kendi yağıyla kavrulmaya” yönlendirmek istediğini, ancak yoğun tepki ve ısrarlar sonucu bundan vazgeçtiğini iddia etmektedir.

Belirttiğimiz gibi, bu iddia ayrıca belgelere ispata muhtaç olmakla birlikte, birbiriyle ilgisiz gözüken 4 olgu, gerçekten de G.Furr’ün iddiasını, yani Stalin’in partiyi ağır ağır devreden çıkararak ağırlığı seçilmiş ve icracı organlara kaydırmak istediğini doğrular niteliktedir. Açıklayalım:

Birincisi, geçmişin tortusu ve acı anılarıdır. Önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, 1937-38 tasfiye hareketleri 600.000 civarında kadronun idam edilmesiyle sonuçlanan son derece trajik ve tahripkâr bir süreç olmuş, bu süreç sadece ve sadece (ayrıntılarıyla gösterdiğimiz gibi) yerel ve bölgesel parti aparatının kendi gücün pekiştirme hırsının ve saplantısının sonucunda bu denli trajik boyutlara varmıştır. Bu süreç, Stalin’in ve MK’nın 5 sene boyunca parti aygıtlarını halkın denetimine açma (çok adaylı seçim) ve siyasi kalitelerini artırma (kartları yenileme) çabalarını boşa çıkarmakla kalmamış, bir anlamda onlara gösterilmiş şiddetli bir direnç ve verilmiş ağır bir “red” cevabı olmuştur. Ülkenin lideri ve bir örgüt adamı olan Stalin’in bu durumu olduğu gibi kabullenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Özellikle Partiyi bütün entrikaların kaynağı olarak gördüğünü belirttiğimiz Beria’nın görüşlerine hak vermesi, tutulabilecek yegane yol olan Partinin siyasi-fiili yürütme gücünü azaltmaya yöneldiğini düşündürür niteliktedir.

İkinci ve üçüncü olgular, Kruşçev’in 1956’da yaptığı 2 suçlamaya ilişkindir. Kruşçev, 20. Kongredeki meşhur konuşmasında bir yığın suçlamanın yanı sıra Stalin’e parti işleyişi açısından 2 temel eleştiri getirir:

  1. Bolşevik Partisi 13 yıl boyunca (18. Kongrenin olduğu 1939 yılı ile 19.kongrenin olduğu 1952 yılı arasında) kongre toplamamıştır. RSDİP zamanından beri sık sık kongre toplayarak siyasi konuları tartışma geleneği olan bir parti açısından bu ciddi ve haklı gözüken bir suçlamadır.
  2. Stalin ömrünün son yıllarında merkezdeki Parti işleyişini, Politbüro’yu bir kurul olarak çalıştırmak yerine somut ve spesifik sorunlar için bir araya gelen alt kurullara (“Dörtler”, “Yediler”… gibi)  indirgeyerek partinin merkezi kurul işleyişini likide etmiştir.

Öncelikle, bu iddiaların sonucu (ve gerçek amacı), Stalin için düzenli işleyişten koparak onu hiçe sayan bir “şımarık kral” imajı yaratmak, bunu da “aşırı güç sonucu iktidar deformasyonuna” bağlamaktır. Ancak harekete katıldığından beri tamamıyla bir örgüt adamı olan, eski veya yeni (kendi koydukları da dahil) tüm kurallara titizlikle uyan ve uyulmasını sağlayan, ömrünün son gününe kadar kendi zaman planını dahi haftalar öncesinde saat bazında planlayıp uygulayan, aşırı disiplinli ve çalışkan bir yönetici olarak Stalin profili göz önüne alındığında, yukardaki imajın hiçbir inandırıcılığı yoktur. (Sergo Beria’ya kişisel bir sohbetinde “benim günlük çalışma planım saat bazında aylar öncesinden kesinleşmiş durumdadır” demiştir). Dolayısıyla, Kruşçev’in bahsettiği olguların yeni ve farklı bir okumaya ihtiyacı olduğu açıktır.

Kongreyi ele alalım. Bahsi geçen dönemde SSCB’nin devasa bir savaş felaketi yaşadığı bilinmektedir. Bunu gerekçe olarak göstermek “Stalin koşullara teslim oldu” klişesiyle karşılaşacağı için, “şeytanın avukatlığını yapma” pahasına daha cesur bir yorum getirmeye çalışalım: Bu dönemde kongreye ne ihtiyaç vardı? Açalım:

  1. 1939-41: Avrupa’da savaş başlamıştır ve SSCB sınırlarına dayanacağı aşikârdır. Savaşa hazırlanmak tüm kadrolar için açık ve temel görevdir
  2. 1941 – 1945: Ülke ölüm kalım savaşına girmiştir ve partili/partisiz 200 milyon insan ülke savunması için 24 saatini vermektedir.
  3. 1945 sonrası: 26 milyon insanını ve ekonomisinin üçte birini kaybetmiş ülkenin hızla ayağa kalkması, hayatın normale dönmesi, öte yandan da Naziler kadar büyük bir tehdit olan Batı emperyalizminin planlarına karşı ülkeyi (nükleer güç dahil) güvenceye almak en acil görevdir.

Bu 3 dönemde toplanacak parti kongresi siyasi olarak neyi belirleyecektir? Yani yeni olarak neyi konuşacak, neyi tartışacak, neyi netleştirecek, neyi karara bağlayacaktır? Hiçbir şeyi! Her şey son derece açık ve ortadadır ve herkesin (hükümet, bakanlıklar, ordu, istihbarat, sanayi yöneticileri, tarım, lojistik, kitle örgütleri…) kendi alanında yapacağı iş son derece nettir. Bu koşullarda yapılacak bir parti kongresi, hepsi kendi alanında önemli işlerle görevli seçkin kadroların zamanını çalacak bir bürokratik ritüel olmaktan öteye gidemezdi. Tek tek partililerin, komünistlerin bu süreçte özgül görevi, gündemdeki açık ve net görevleri herkesten daha iyi, daha fedakârca, daha başarılı bir şekilde yapıp örnek olmaktan ibaretti; bunun için de parti kongresi toplamayı beklemek saçmalıktır. Böylesi bir ortamda her şeye rağmen kongre toplansaydı bunun yegâne işlevi, kitlelere “bu ülkeyi Parti yönetiyor” ve “asıl olan Partidir”i vurgulayacak bir güç gösterisi yapmak olurdu. Kruşçev’in olmadığı için hayıflandığı, Stalin’in de bilinçli olarak engellediği budur! “Meşhur ve meş’um” 20. Kongre sonrasında, Kruşçev ve Brejnev döneminde yapılan 21, 22, 23, 24, 25, 26. Kongrelere dürüstçe baktığımızda görülen şey çok nettir: Bu kongreler;

  • Hiçbir yeni siyasi tez ve açılım üretmemiş,
  • Hiçbir tartışmaya sahne olmamış, bütün farklılıklar önceden törpülenmiş,
  • Herkesin birbirini tekrar ettiği ve onayladığı,
  • Bütün karar ve seçimlerin “oy birliği” ile alındığı (çünkü yeni dönemde kimin nerede görev alacağı önceden “arka odalarda” ayarlanmıştır) tatsız, silik ve ruhsuz toplantılar olmaktan ileri gidememiştir.

O zaman böyle boş toplantıları “gayet disiplinli ve düzenli” yapmanın (yapmadığı için de Stalin’i eleştirmenin) amacı nedir? Amaç, (olması gerektiği gibi) topluma ilham veren değil, toplumu bizzat yöneten bir aygıt haline gelen Parti’nin varlığını ve pozisyonunu toplum nezdinde meşrulaştırmaya yönelik bir gövde gösterisi yapmaktır.

Aynı durum Politbüro toplantıları için de geçerlidir. Kruşçev “Dörtlü” “Üçlü“ şeklindeki komisyonları iskambil kâğıdı isimlerine benzeterek alay etmiş; G.Furr ise bunun doğru olmadığını ispata çalışmıştır. Halbuki yukardaki olguların ışığında farklı bir okumaya gidersek durum netleşmektedir: Stalin laçkalık, alaturkalık, disiplinsizlik değil, bilinçli olarak davranmakta, nihai ve en yetkili siyasi karar organı olarak tanımlanmış olan Parti Politbüro’sunu devreden çıkarmaya çalışmaktadır! Ülkenin en yetkili uzmanları komisyonlarda kendi işlerini yapıp hükümete, hükümet de halkın seçimiyle gelmiş Sovyet’e hesap verirken, ille de Politbüro’yu toplamanın ve “önce bu işi kendi aramızda orada görüşelim” demenin mantığı nedir? Bu gene, siyasi-ideolojik bir odak olan Partiyi, ekonomik ve idari yürütmenin üstüne bir otorite olarak zorla monte etmek, ekonomik –idari gücü de partide toplamaya ısrar etmektir.

Dördüncü olgu ise, Stalin’in 2.Dünya Savaşı sonrası söylediği, ve hem Yeni Sol, hem Troçkistler tarafından KP’yi likide etmek şeklinde yorumlanan (bizde de “Birikim” dergisi tarafından Eylül 1977’de yayınlanan) şu sözlerdir:

“…Stalin 9 Şubat 1946 tarihli konuşmasında Parti dışındaki insanlarla Parti içindeki militanlardan söz ederken şöyle diyordu: “Bunlar arasındaki tek fark, birinin parti üyesi olması, öbürünün olmamasıdır. Ama bu sadece biçimsel bir farktır”. Partinin ölümünün resmen doğrulanması demekti bu” (Lucio Coletti, “Stalin Sorunu”, Birikim sayı:30, s.56)

Burada, Büyük Savaş esnasında tüm Sovyet yurttaşlarının, partili-partisiz gösterdiği kahramanlık aslında selamlanmakta, “herkes birer komünist gibi davrandı” denilmek istenmektedir. Ancak farklı ve eleştirel başka bir açıdan da “partili ve partisiz “farkı silinerek partili kimliğinin (ve dolayısıyla parti örgütlülüğünün) toplum içinde eritildiği iddia edilmektedir. Bu sözlerle, Partililerin ve Parti kimliğinin bizzat Stalin tarafından “karizmasının çizildiği” açıktır.  Ancak (yukardaki okumalar ışığında) muhtemelen Stalin’in bu sözle bilinçli amacı da buydu! Ülke çok ağır bir sınavdan geçmiş, Parti dışındaki milyonlarca insan, bir kısmı yurtseverlik gibi motiflerle de olsa ülkeye ve dolayısıyla onu yöneten rejime sahip çıkmıştır. Sovyet halkları (sınırlı sayıda ihanet ve düşmanla işbirliği vakası dışında) sosyalist bir yapıya sahip çıkma konusunda başarılı bir sınav verdikten sonra Partinin ve partililerin kendilerini toplum üzerinde ayrıcalıklı ve siyasi gücün tek sahibi olarak görmelerinin meşruiyet zemini son derece daralmıştır. Stalin’in bu sözleri, biraz “can acıtıcı” da olsa, bu yeni durumun tespiti ve Parti aygıtının yeniden aşırı güç ve prestij kazanmasına karşı kitleler lehine konulmuş bir fren olarak okunmalıdır.

Burada, daha devam etmeden önce, şunu belirtelim: Yukarda değindiğimiz ve belli bir amacı güden tüm düzenlemeler, Kruşçev ve yeni SBKP liderliği tarafından 1953 sonrası birkaç yılda. Yani:

  1. Sekretarya güçlendirilmiş
  2. Genel Sekreterlik (önce Kruşçev için yaratılan “Birinci Sekreterlik” adı altında) yeniden ihdas edilmiş (ve tüm KP’lerde bir süre “Birinci Sekreter” sıfatı kullanılmış!)
  3. Politbüro, eski (“devlet ricali”) bileşimiyle yeniden kurulmuş
  4. Maaş düzenlemesi iptal edilerek, daha Haziran 1953’de Parti yöneticileri eski maaşlarını almaya devam etmiştir.

Bütün bu “ileri ve geri” adımlar, bir yenilenme niyetini ve ona karşı Parti aygıtının sert direnç göstererek bu niyeti boşa çıkarma kararlılığının göstergeleri olarak önümüzde durmaktadır.

(Devam edecek)


Konuyla ilişkili diğer makaleler