Bu, Daha Başlangıç...
Toplumsal ilerlemeyi hızlandıran politik çıkışlar, bilimsel ve kültürel çalışmalar yapmak, her zaman zor olmuştur. Usanmadan, bıkmadan ve yılmadan bir çalışmayı zorunlu kılmıştır. Bir o kadar da bedel ödemeyi gerektirmiştir. Bu yola baş koyanlar, amaca ulaştığında insanlık tarafından onurlandırılmıştır.
Düşünce mücadeleyi, mücadele bedel ödemeyi, bedel ödemeye hazır olmak zafer kazanmayı, zafere varmak ise onur ile taçlandırmıştır. Tarihin mantığı, bize bunu söylüyor.
İsterseniz, beraber “Tarihin mantığı”nı bir açalım, başlangıcından bugüne gerçekleşmiş, tarihe mal olmuş, insanlığın beynine kazınmış, yüreğine işlenmiş bir kaç fenomene göz atalım. Eğer vaktiniz varsa ve uygun görüyorsanız?
Thomas Alva Edison, elektrik ampülünü icat ederek aydınlatmayı sağladı. Aydınlatmayla yaşam kolaylaştı. A. Graham Bell, telefonu icat ederek iletişim alanında çığır açtı. Demirci Kawa, zalim Dehak’ın zülmüne karşı halkı etrafına toplayarak direnişe geçerek balyoz ile Kral Dehak’ı öldürerek özgürlüğün yolunu açmıştır. Trakyalı bir köle olan Spartaküs, köleliğe karşı köleleri örgütleyerek isyan bayrağını açmış, eşitlik ve özgürlük için savaşmıştır. Frederic Joliot Curie, eşi İrene ile birlikte fizik-kimya alanında bilimsel çalışmalar yaptılar. Fransız Direnişi’ne aktif olarak katıldı. Dünya Barış Konseyi başkanlğlını yaptı. Barış mücadelesinden dolayı “Lenin Barış Ödülü”’nü aldı. Karl Marks ve Frederic Engels, “Komünist Manifesto”yu birlikte hazırlayarak işçi sınıfının bilimi Marksizm kuramını yarattılar. V.İ. Lenin ise bu bilimi geliştirerek katkı sağladı. Tarihin ilk sosyalist devrimi Büyük Ekim Devrimi’ne öncülük yaptı. İşçi Sınıfının Bilimi’ni geliştiren Marks-Engels-Lenin, “Savaşsız, sömürüsüz bir dünya”nın nasıl kurulması gerektiğinin anahtarını komünistlere sundular. Gerisi komünistlerin görevi ve sorumluluğudur. Mustafa Suphi ve yoldaşları Türkiye Komünist Partisi’ni kurarak ülkemizde komünist hareketin örgütlenmesini niteliksel olarak yeni bir düzeye çıkardılar. Bütün bu insanlar ve niceleri, yeteneğini ve emeğini, daha güzel bir dünyanın kurulmasına adadılar. Bu uğurda çalıştılar, yoruldular, acı çektiler, kimisi de yaşamını yitirdiler. Toplumsal ilerleme, bilim, kültür, barış ve sosyalizm için öncü olan, katkı yapanlar ebediyen ilerici insanlığın yüreğinde yaşayacaktır. Ya tarihin akışına çomak sokan zalimlere, padişahlara, kapitalistlere ve onların her boydan soydan uşaklarına ne demeli? Tarih, onların akibetini yazmaya devam ediyor.
Harper’s Monbilly, “Dahilik, %1 ilham, %99 çalışmanın eseridir.” der. Çok doğru bir söz. Dahiliği harekete geçiren, çalışmadır. Pratik olmazsa sözün hiç bir değeri olmuyor. Demek ki, herşeyden önce işimizi seveceğiz, karınca kararınca çalışacağız, hırslı olacağız. Bu, “Güneşli Dünya”yı kurmanın mihenk taşıdır.
Büyük komünist, eğitimci ve ajitatör Alexandra Mihayilovna Kollontay, “Davamız için mücadele etme ve düşüncelerimizin propagandasını yapma gücüne sahip olan kişi, boş oturmamalı... Şimdi, hizmet ettiğim davaya, tüm düşüncelerimi, tüm duygularımı adamalıyım, ancak o zaman bir şey yapabilir, bir şeye ulaşabilir, misyonumu yerine getirebilirim.” diyordu.
A.M. Kollontay’ın düşünceleri, çalışması ve mücadelesiyle uyumlu olmuş ve iç içe geçmiştir. Ne yaptıysa severek yapmış, bedel ödemiş, başarıdan başarıya koşmuştur. A.M. Kollontay, bu kişiliğe sahip olmasaydı kadın, devrim ve sosyalizm mücadelesine bu denli büyük katkısı olabilir miydi?
Severek ve inanarak devrimci politik bir amaca bağlanmak bambaşka bir şeydir. İnsanlığın, toplumların ve komünist hareketlerin büyük alt-üst oluşlar yaşadığı dönemlerde ise bunun önem ve değeri katlanarak artar. SSCB çöktüğünde, Dünya Komünist Hareketi likidasyona uğradığında her zaman olduğu gibi o günlerde de gözler “Özgürlük Adası” Küba’ya, onun efsanevi önderi Fidel Castro’ya çevrilmişti. O, her zaman emperyalizme ve karşı devrimcilere korku saldı. Devrimciler, komünistler ve “Özgürlük Adası” dostları için ise ilham kaynağı oldu. Fidel ile Che’nin şu yan yana, omuz omuza duruşları, göz göze bakışları insanı ne kadar da çok duygulandırıyor değil mi? Birleşmiş Milletler’in bir toplantısında konuşmak için İstanbul’a geldiğinde yer yerinden oynamıştı. Kızıl bir yıldız gibi parlamış, heybetli kişiliğiyle büyük bir rüzgar estirmişti. İşbirlikçi, yalancı, sahtekar burjuva basını bile manşet üstüne manşetlerle “Fidel Castro rüzgarı”nı yazıp çizdiler. Fidel Casro, boşuna “Ya özgürlük, ya da ölüm!” demedi. Komünistler O’nu, yüreklerine gömerek sonsuzluğa uğurladılar.
İnsan, sevdiği şeyleri yapmak ister. Sevdiği şeylerle uğraşan kişi, yaptıklarından haz alır, başarılı ve mutlu olur. Bir fideyi toprağa diktiğimizde eğer yer uygun değilse gerekli kültürle buluşmazsa gelişmez, korur veya cılız kalır. İnsanlar da böyledir. Şöyle ki, insanlara değer verilirse, doğru ve iyi tahlil edilirse onları toplumun yararına harekete geçirmek, motive etmek mümkündür, çok kolaydır. Önce insanları anlamak, çözmek gerekiyor. Ondan sonra onlar kişiliğine göre yönlendirmek için eğitilmelidir. İyi bir bahçıvan, toprağa ektiği tohumdan, baktığı ağaçlardan en iyi verimi alabilmek için ne yapar? Hepimizin bildiği gibi, önce tarlayı hazırlar, ondan sonra uygun zaman ve iklimde tohum atar. Zamanla bakımını yapar. Hasat vaktinde en yükek verimlilikte ürünü alır.
Toplumsal yaşam için de bu böyledir. Bir insanın toplumsal yaşama katkıda bulunması, başarılı ve mutlu olabilmesi için belirli kategorilerin olması gerekir. Kişinin yeteneğine göre üretim yapması, barış ortamında yaşaması ve özgürce duygu, düşünce ve faaliyette bulunması zorunludur. Şu baş belası kapitalizm, sömürünün kaynağı olduğu gibi özgürlüğün de, barışın da bir numaralı düşmanıdır. Toplumu sömürebilmek için her zaman savaş çıkarır. Kapitalizmin yasaları, sömürüyü savunur ve gizler. “Adalet, mülkün temelidir!” gibi sahtekarlık kokan uyduruk belgiyle bilinçleri bulandırmaya devam ediyor. Kapitalizm, bir yandan gelişip güçlenirken diğer yandan da kendi “mezar kazıcısı” proletaryayı yarattı. Kendi aklıyla, fikriyle ve doğasıyla düşman sahibi oldu. Bu iki sınıf düşmanından biri olmadan diğeri olamıyor! Burada egemen olan burjuvazidir ama gelişip güçlenen, yükselen ve son sözü söyleyecek olan da proletarya olacaktır. Bu rolünden dolayı proleteryanın saflarında olmak bize onur ve gurur veriyor.
Bu onurlu niteliğinden dolayı olsa gerek, “Bir maden işçisinin kaleminden” süzülerek “Bir Ekmek, bir Politika”nın sayfalarına yansıyan satırları okuyunca 2 yıllık “kollektif”emeğin boşa gitmediğini, Ali İhsan Özgür ’ün, K. Tayfun Benol ’un bir hiç uğruna ölmediklerini bir kere daha iliklerimize kadar hissediyoruz.
Hiç unutmam! 12 Eylül faşizminde 5 yıl gibi bir süre halk arasında “Bozkır” olarak adlandırılan cezaevinde yatan hocam Haşmet Kesimci, cezaevinde yaşadıklarından anlatırken üretim ilişkilerinden dolayı farklı konumda olan iki kişiden sözetmişti. Demişti ki, “...birisi çftlik sahibir, birisi de öğretim görevlisidir. Her ikisinin de hepimizden farklı olarak daireleri, özel arabaları, mülkiyetleri ve düzenli bir yaşamları var. İçerideyken bunlardan birisi davaya, partiye küfretti, diğeri ise namaz kılmaya başladı. Ve yoldaşlıkta samimi olmadıkları ortaya çıktı.” O zor dönemde kadrolar deneniyordu.
Toplumsal yaşamda, politik ilişkilerde güven çok önemli bir yer tutar. Burada duvarı tutan, tuğlaları birbirine bağlayan çimento görevi yapar. 20 Kasım 2016 günü İstanbul, Kadıköy Kartal Meydanı’nda düzenlenen Teslim Olmayacağız!” Mitingi’nde konuşan HTKP Genel Başkanı Erkan Baş ’ın “Biz buraya Türkiye’yi, Türkiye halklarını birleştirmeye geldik. Asla birbirimizi kandırmadık, kandırmayacağız” sözleri kitlenin duygularına tercüman oldu. Demek ki, Türkiyeli devrimcilerin arasında güven duygusu tam anlamıyla gelişirse demokrasi güçlerinin pratiği tahmin edilemeyecek kadar büyük olacaktır. Tutuklu ve Şehit Aileleri kürsüye çıktığında sizin duygularınız nasıl oldu bilemem ama benim gözyaşlarım sel oldu. Onlar verilen “bedel”i temsil etmekteydiler. Bedel ödemek, öyle kolay mı? Çocuk İstismarı ve Tecavüz Yasa Tasarısı, çocuklarına sahip çıkarak alanlara inen ve bedel ödemeye hazır olan kadınların direnişi sonucu geri çekilmedi mi? Ve işin püf noktası: AKP-Saray Rejimi bu eylemlerin kitleselleşerek ülke geneline yayılacağına ve başka türlü büyük eylemleri, direnişleri doğuracağından korktu. Faşizm çok sinsice hareket ediyor, kitlelerin nabzını yoklaya yoklaya, gücünü sınayarak adım atıyor. Öyle uyanıklar ki!
Gelişmeleri iyi ve vaktinde izleyebilmenin yolu, pusula elde yürümektir. Maratona çok güzel hazırlanmaktır. Ayaklarımız sağlıklı, ayakabımız dayanıklı ve rahat olunca yürümek de ne kadar hoş oluyor! Yoksa nasıl bitecek, bu koşu? Bu, daha başlangıç...