Cepheler Arasındaki Rojava: Uluslararası Af Örgütü’nün Rojava Raporu ve olası etkileri üzerine

Cepheler Arasındaki Rojava: Uluslararası Af Örgütü’nün Rojava Raporu ve olası etkileri üzerine

Amnesty InternationalBu yazı Errol Babacan ile Murat Çakır’ın ABD’nde yayımlanan Jacobin dergisi için kaleme aldıkları makalenin kısaltılmış Türkçe çevirisidir. Makale Türkiye kamuoyunda da tanınır bir yeri olan Uluslararası Af Örgütü’nün Rojava hakkında yayınladığı son raporu eleştirel okumayla ele almaktadır. AKP iktidarının Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü kirli savaşın yanı sıra, bilhassa PYD öncülüğündeki Rojava’ya karşı hasmane tutumlarını ve saldırganlığını artırdığı bir dönemde yayınlanan bu hayli sorunlu raporun eleştirisini okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.

Kobanê direnişinin ardından Rojava’ya yönelik enternasyonalist dayanışma büyük bir ivme kazanmıştı. Rojava, Ortadoğu’nun etnik ve mezhep çatışmalarının ortasında uğruna mücadele edilesi bir eşitlik vaadini yansıtıyordu. Şimdi ise Uluslararası Af Örgütü PYD’nin öncülüğündeki yönetime ağır suçlamalar yöneltiyor. Halk Savunma Birlikleri YPG/YPJ’nin köyleri yıktığı, Arap, Türkmen ve Kürt nüfusu keyfi biçimde yerinden ettiği, hatta infaz tehdidinde bulunduğu iddia ediliyor.

Rapor tam da savaşın, Rusya’nın Suriye hükümeti lehine doğrudan askeri müdahalesiyle yeni bir dönüm noktasına girdiği bir zamanda yayınlandı. Rusya’nın müdahalesi, ABD öncülüğündeki koalisyon ile aralarında Suriye’nin geleceğine yönelik olan rekabeti sertleştiriyor. Ama aynı zamanda güvencesiz bir statüde olan Rojava’nın geleceğinin belirlenmesi rekabetini de kızıştırıyor. Rapor, tam bir siyasi dönüm noktasında hem enternasyonalist dayanışmanın politik-ahlaki temelini dinamitliyor, hem de Rojava’nın kendi geleceğini belirlemedeki hareket alanlarını daraltıyor. O açıdan, ABD ve müttefiklerinden Rojava’ya karşı tedbirler alınmasını talep eden bu raporu güncel durumun ışığında değerlendirmek ivedi bir gereklilik oldu.

Uluslararası Af Örgütü’nün Suçlamaları

Rapor, Rojava’daki özerk idareyi esas itibariyle sorguluyor: Rojava yönetiminin izni ve koruması altında 14 köyü inceleyen Af Örgütü, İslam Devleti’ne sempati duymakla veya İslam Devleti ile bağlantılı olmakla suçlanan köylülere intikam eylemleriyle savaş suçu işlendiğini iddia ediyor.

Rapora göre savaş suçları YPG/YPJ güçlerinin Kobanê ve Cizîrê arasındaki bölgeyi İslam Devleti’nin elinden aldıkları dönemde işlenmiş. Rapor ayrıca İslam Devleti’nin Suriye ve Irak’ta kontrolü altındaki bölgeler arasında bulunan ve 2015 Şubat’ında ağır çatışmalar sonrasında YPG/YPJ’nin eline geçen stratejik bağlantı yolunun da incelendiğini vurguluyor. Uydu görüntüleriyle desteklenen tanık ifadelerine dayanan raporda öne çıkan bir örnekte, 2014 Haziran’ında resimlerde görülen toplam 225 binalı bir köyün, geriye sadece 14 bina kalacak derecede yıkıldığı belirtiliyor. Tanıklara göre yıkımı bizzat YPG/YPJ güçleri gerçekleştirmiş. Ancak, sadece tanık ifadelerine dayanan suçlamalara kanıt olarak sunulan uydu resimleri, binaların nasıl, ne zaman ve kim tarafından yıkıldığını açıklamıyor. Bir başka örnekte YPG/YPJ’nin köylüleri binayı terk etmedikleri takdirde diri diri yakmakla tehdit ettiği iddia ediliyor.

Gerçi raporda YPG/YPJ ile Asayiş’in görüşlerine de yer verilmiş, ancak bunlar raporun sonuç değerlendirmesinde hiç bir rol oynamıyor. YPG/YPJ İslam Devleti ile ilişkisi olduğu tespit edilenlere evlerini terk ettirdiklerini, bunu çatışmalar nedeniyle ve güvenlik tedbiri olarak yaptıklarını, ancak binaları ve köyleri keyfi olarak yıkmadıklarını vurguluyorlar.

Durumu toparlarsak: Rojava’da savaş durumu hakim. Bombardımanlar sürekli gündemde ve nüfusun büyük bir kesimi yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Çatışmaların büyük alanların boşaltılmasına neden olabilecekleri biliniyor. Kobanê direnişi esnasında da YPG ve YPJ insanları yaklaşmakta olan çetelerden korumak amacıyla yüzlerce köyü boşaltmışlardı. Nitekim idari yapıların yeterince olgunlaşmadığı böylesi bir ortamda birey haklarının zedelenmesi, birey iradesine aykırı davranılması vb. hukuksuzluklar söz konusu olabilmektedir.

Ve elbette bunlarla ilgili ifadeler ciddiye alınmalıdırlar. Ancak Af Örgütü tanık ifadelerini mutlak gerçek hâline getirmekte. Örgüt böylece tek yanlı olarak ve doğruluğunu başka yollarla kontrol etme olanağı olmadan gaddar, acımasız ve sistematik savaş suçu işlendiği sonucuna varıyor.

Nitekim Af Örgütü sorumlusu Lama Fakih bir şüpheyle başlayan tespitini ağır bir suçlamayla noktalıyor: “Göründüğü kadarıyla Özerk Yönetim, İslam Devletine karşı verdiği mücadelesinde ortada kalan sivillerin haklarını topyekûn ayakları altına alıyor. Biz, çatışmalar sonucu olmayan büyük çaplı yerinden etmeleri ve yıkımları gördük. Bu rapor, daha önce İslam Devletinin kontrolü altında bulunan ya da bir azınlığın İslam Devletini desteklediğine kanaat getirilen köylerdeki sivillere yönelik kasıtlı toplu cezalandırmaya varan eşgüdümlü bir kampanyanın açık kanıtını ortaya çıkartmaktadır.”

Ardından da şu talepler sıralanıyor: “Özerk Yönetimi destekleyen veya onunla koordineli askeri operasyon yürüten, Suriye’de İslam Devletine karşı ABD öncülüğündeki koalisyonda mücadele veren tüm devletlere: Yasadışı yıkımları ve uluslararası insani hukuku ihlal eden zorla yerinden etme uygulamalarını kınayın; Özerk Yönetimin askeri yardımı, askeri koordinasyon dahil olmak üzere, yasadışı yıkımlar ve zorla yerinden etme gibi uluslararası insan hakları ihlallerinde bulunup suistimal etmesine karşı acil önlem alın.”

Yani Af Örgütü doğrudan “ABD öncülüğündeki koalisyona” gerekli acil önlemleri almaları için çağrıda bulunuyor. Bu talepleri ele almadan ve raporu değerlendirmeden önce, Rusya’nın yakın zamandaki müdahalesinin arka planında kısaca Rojava’nın güncel durumu ile ABD’nin Suriye politikasını irdelemek gerekiyor, çünkü Af Örgütü’nün talepte bulunduğu ABD salt koalisyon önderi değil, aynı zamanda bölgenin, tek olmasa da, en etkin belirleyici güçlerinden birisidir.

Küresel Muharebe Alanı: Suriye

Suriye’deki sosyal ve demokratik kalkışmaya paralel olarak ABD tarafından rejim değişikliği çabalarının başlatıldığını tespit etmek için, Suriye hükümeti taraftarı olmaya gerek yok. ABD başlangıçta çabalarını muhalefeti Suriye İhvanı öncülüğünde örgütlemeye ve “Özgür Suriye Ordusunu” (ÖSO) silahlanmaya yoğunlaştırdı. NATO üyeleri ve Körfez ülkelerinin “Suriye’nin dostları” adı altında bir araya gelmelerinin ardından da, BM’de Suriye’yi Libya gibi bombalama kararı çıkartılmak istendi.

Ancak Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nde veto koymaları sonucunda bu plan gerçekleştirilemedi. Suriye hem Rusya için, hem de “Suriye’nin dostları” adlı koalisyon için stratejik önem taşıyor. Ve bu çerçevede, tek tek ülkelerin somut çıkarlarından ziyade Ortadoğu’nun piyasalarını, iş gücünü ve doğal kaynaklarını kim kontrol edecek sorusu temel belirleyici etkendir. Ki bu etken, bir tarafında Rusya, Suriye hükümeti, Lübnan Hizbullah’ı ve İran’ın, diğer tarafında ise NATO, İsrail ve Körfez ülkelerinin durduğu bir kutuplaşmaya yol açmıştır.

NATO lehine olan gelişmeleri, Ortadoğu’nun dışına itilmeyi ve böylece dünya çapındaki güç dengesinin kendi aleyhine değişmesini engellemek isteyen Rusya, Suriye’ye yönelik hava saldırılarını vetosuyla olanaksız kılmıştı. Ancak veto, dolaylı kara müdahalelerini engelleyemedi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden Suriye ve Irak’a akın eden ve kimi “Suriye dostunun” doğrudan desteğini alan cihatçılar, büyük etkinlik kazansalar da, hâlâ halkın önemli bir bölümünün desteğini alan Suriye hükümetini deviremediler. Ancak, neredeyse beş yıldır süren savaşta çok yıpranan rejimin çökmesini engelleyen son hamle Rusya’nın doğrudan savaşa katılması oldu. Rusya’nın salt İslam Devleti’ne karşı değil, aynı zamanda El-Nusra Cephesi ile Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin doğrudan desteklediği Ahrar Aş-Şam örgütüne karşı da saldırıda bulunması, sonuç itibariyle ABD öncülüğündeki koalisyonun hareket alanını daralttı ve CIA’nin Suriye hükümetine yönelik gizli planlarının dünya kamuoyunda ifşa olmalarına yol açtı.

PYD, Rojava ile diplomatik ilişkiler sürdüren Rusya’nın askeri müdahalesini selamladı. PYD, Rusya’nın müdahalesinin Türkiye’nin Rojava’ya askeri müdahalede bulunma olasılığını azalttığını düşünüyor. Diğer taraftan demokratik bir Suriye ve Esad’ın görevi bırakması için pozisyon alan PYD, Suriye hükümetinin cihatçılar tarafından alaşağı edilmesine karşı çıkıyor. PYD bu yaklaşımıyla “Anti-Esad” ittifakının temel çizgisiyle çelişmektedir.

PYD yeni savaş cephesi açmamakta kararlı, çünkü asıl tehdit olarak cihatçıları görüyor. YPG/YPJ güçleri Haseke yakınındaki bölgede Suriye ordusu ile birlikte İslam Devleti çetelerine karşı mücadele veriyorlar. Aynı zamanda İslam Devleti çetelerinin koordinatlarını verdikleri ABD ile işbirliği içerisindeler. Türkiye’nin Rojava’ya doğrudan saldırmasını engellemiş olsa da bu işbirliğinin sınırları da gözüktü. Batı, AKP hükümetinin Rojava ile sıkı bağları olan Türkiye’deki Kürt hareketine yönelik saldırılarına göz yumuyor. Bununla birlikte Türkiye’ye ABD tarafından Batı Suriye’deki Efrîn kantonunun diğer kantonlarla bağlantılı hâle getirilme çabalarının desteklenmeyeceğine dair söz verilmiş olduğu anlaşılıyor. YPG/YPJ güçleri Cizîrê kantonuyla Kobanê kantonunu birbirlerine bağlayan dar koridoru geçen yaz İslam Devleti güçlerinin elinden almışlardı. Efrîn kantonu ise diğer iki kantondan İslam Devleti ve Türkiye’nin desteklediği diğer gruplar tarafından kontrol edilen bir bölge ile ayrılıyor.

ABD şimdi Rojava’yı farklı bir çizgiye çekmeye çalışıyor. Görüldüğü kadarıyla Suriye’de İslam Devleti’nin kalesi olan Rakka kentini YPG ve başka grupların yardımıyla düşürmeye çalışıyor. Bunun için şimdiden on binlerce savaşçısı olan “Suriye Demokratik Güçleri” kuruldu bile. Ancak böylesi bir operasyona katılmak YPG/YPJ güçleri açısından ciddi riskler taşıyor. Doğrudan Rojava’nın savunulması sayılmayacak bir operasyonda büyük kayıplar verilmesi söz konusuyken, Arap nüfusunun bu güçleri Amerikan-Kürt işgal güçleri olarak algılama tehlikesi bulunuyor.

Rojava’nın ABD ile girdiği işbirliğinin getirdiği bu belirsizliklerin yanı sıra, ABD’nin zamanı geldiğinde Rojava için güvenli bir statü sağlanmasını desteklemesi son derece şüpheli. YPG/YPJ ile yürütülen askeri işbirliği ABD’nin işine gelirken, Rojava’nın siyaseten tanınmasını desteklemiyor. Rusya ise uzun zamandan beri PYD’nin uluslararası Suriye toplantılarına bağımsız taraf olarak katılması gerektiğini savunuyor. Ayrıca Rusya’nın Şam’a Rojava’nın fiili özerkliğine Suriye içerisinde yasal bir statü tanınması için baskı yapması da söz konusu olabilir. Buna karşın ABD’nin kurduğu Suriye muhalefeti ve ABD’nin partneri olan Türkiye, Rojava’nın tanınmasını her açıdan reddediyorlar.

Yeniden Enternasyonalist Dayanışma

Sonuç itibariyle Rojava, Kobanê direnişinden bir yıl sonra çetrefil bir durumda. Savaşın yoğunluğu azalmış değil. Askeri-taktiksel ve jeostratejik yaklaşımlar her gelişmeyi belirliyor. PYD, askeri ve mali kaynakları son derece güçlü olan farklı güçlerin çıkarları arasında cebelleşmek zorunda. Bu cebelleşmesiyle – uluslararası arenada kurtuluşçu güçlerin etkin olmaması nedeniyle – kendisine hareket alanı yaratacak bir denge kurmaya çalışıyor. Rojavalıların Esad karşıtı ittifakın konumlanışı ve ABD’nin felakete yol açan Ortadoğu politikaları karşısında bu ittifaka bağımlı kalmak istememeleri anlaşılır bir yaklaşımdır. Rojava’nın Rusya’ya olası yakınlaşması da bu ışıkta değerlendirilmeli ve Rusya ile Suriye hükümetine teslimiyet olarak algılanmamalıdır.

Ancak ABD ve Rojava arasında önceliklerin belirlenmesinde ortaya çıkabilecek aşılmaz çelişkiler söz konusu olur veya iç savaş daha da sertleşirse, dahası ABD ve Rusya arasında doğrudan bir ihtilaf doğarsa, Rojava’nın taraflardan birisini seçmek zorunda kalması gerekebilir. Rusya ile olası bir yakınlaşma, Rojava projesinde hiç bir değişim olmaksızın, Batı’daki sempatilerin önemli ölçüde azalmasına yol açacağını şimdiden öngörmek olanaklıdır.

Bu arka plan karşısında Af Örgütü raporunun kritik bir rol oynadığı görülmelidir. Temeli yeterince sağlam olmayan ve doğruluğu teyit edilemeyen bir araştırma, Rojava’ya “savaş suçu” işlediği suçlamasını yapmaya ve ABD öncülüğündeki koalisyondan yaptırım talep etmeye yeterli görülüyor. Talepte bulunulan koalisyonun üyeleri arasında İslam Devleti’ni ve diğer cihatçıları desteklemekten ve bunların işledikleri vahşi suçlara gözlerini kapatmaktan çekinmeyen Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ülkelerin olduğunu gözümüzün önüne getirelim. Af Örgütü, hukuk devleti ve demokratik standartların kaale alınmadığı ve baskıcı rejimlerin iktidarda olduğu bu ülkelerden Rojava’ya yaptırım uygulamaları talebinde bulunuyor.

Talepte bulunulan koalisyona Batılı ülkeler de dahil. Özellikle savaş kışkırtıcı rolü açıkça tescil edilmiş olan ve Suriye’de uluslararası hukuka aykırı davranan ABD, Af Örgütü tarafından uluslararası hukukun muhafızı hâline getiriliyor. Eğer bu kötü bir şaka değilse, o zaman sadece Af Örgütü’nün tarihin doğru tarafında durduğuna emin oluşunun kibri ile açıklanabilir. Raporu siyaseten değerlendiren kimi yorumcunun şüphesi de yersiz değil. Onlar raporu, Rojava’yı disipline etme çabası olarak ve Rojava’yı kendi önceliklerine çekmeye çalışan ABD politikasıyla bağlantılı görüyorlar. Bu tür doğrudan bir bağlantı bulunmasa da Af Örgütü’nün saygınlığı göz önünde bulundurulduğunda rapor, Rojava’ya ne kadar kısa sürede uluslararası planda itibarının düşürülebileceğini ve izolasyonunun artırılabileceğini gösteriyor.

Bu nedenle enternasyonalist güçlere düşen karşıt kamuoyu yaratma ve gündemin hegemonik siyasi güçler ve örgütler tarafından belirlenmesini engelleme görevi daha da önem kazanıyor. Verili koşullar altında ve solun hükümet politikalarını etkilemekte zayıf oluşu gerçeği karşısında öncelikli hedefimiz, uluslararası planda izole edilmiş olan Rojavalılara doğrudan yardımı örgütlemek olmalıdır.

Bu makale, enternasyonalist dayanışmayı gösteren tüm yoldaşlarımızı temsilen, Kobanê’nin inşasına destek çıkmak üzere toplandıkları Suruç kentinde Türkiye devletinin gözleri önünde bir İslam Devleti “sempatizanının“ patlattığı bomba ile katledilenlere adanmıştır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler