Gidişat Nereye? Taraflar Ne Diyor?
Değerli Okurlarımız;
T.C. Devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında 07 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra başlayan çatışmalı süreç ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına, Erdoğan, Davutoğlu ve Akdoğan ile KCK adına Karayılan’ın değişik açıklamalarından önemli bölümleri yayınlayarak bugüne kadar çıkan sayılarımızda konuyla ilgili haber ve yorumlara bağlı olarak kendi değerlendirmenizi yapabilmeniz amacıyla dikkatlerinize sunuyoruz.
Politika
Recep Tayyip Erdoğan (T.C. Cumhurbaşkanı)
“(...) Türkiye Cumhuriyeti Devleti, teröristlerden de onları destekleyen sözde siyasetçi, sözde aydın, sözde sivil toplum kuruluşu temsilcisi herkesten de şehitlerimizin kanlarının hesabını sorma gücüne sahiptir. Burada herhangi bir geri adım atma söz konusu olmayacaktır.
Bu bir süreçtir ve aynı kararlılıkla devam edecektir. Elinde silahı ya da molotofu ve maskesi olan herkes gereken cevabı alacaktır. Güvenlik güçlerimiz, savcı ve hakimlerimizin ihtiyaç duydukları yasal düzenlemeleri yapılmıştır.
Milletimizin can ve mal güvenliğine karşı devletin üzerinde olan görevi yerine getirme mücadelesidir bu. Topraklarımıza huzura kast edenler, milletimizin güvenliğine kast edenler, bu sorumluluğa da kast etmiştir ve bunun gereği yerine getirilecektir.
İç güvenlik yasasında ne varsa, bunlar kitaplar arasında kalması için yapılmamıştır. Uygulayıcılarda sıkıntı varsa kendilerini test etmeleri gerekir.
Şehirlerimizde, şehirlerimizin ilçe merkezlerinde, kırsalda nerede olursa olsun bu ülkenin her santimetrekaresinde devlet vardır. Devlet bu varlığını bütün imkanlarıyla seferber etmek suretiyle ortaya koyacaktır. Süreç şu anda başlamıştır, bu süreç herhangi bir rehavete fırsat vermeden de devam edecektir. (…) En önemli adımlar güneyde attığımız adımlardır. Kandil’de ve içeride attığımız ve atacağımız adımlardır. 23,24,25’te ve bugünlerde yapılanlar bu iş bitmiştir anlamına gelmesin. Süreç devam edecektir (...) “ 28.07.2015 / BirGün
Ahmet Davutoğlu (Başbakan)
“(...) Çözüm Süreci’nden ne anladığınıza bağlı. Demokratikleşme ve özgürlüklerle ilgili atılan adımlardan vazgeçmeyeceğiz, daha da artacak, devam edecek. Ama eğer bu silahsızlanma anlamında bir süreçle bağlantılarsanız bundan sonra devam edebilmesi için 2013 Mayıs’ı için verilen sözün yerine getirilmesi lazım. Barış çağrısının esası bellidir. 2013 Mayıs’ında Türkiye’deki bütün silahlı unsurların terki kararı verilmişti. Barış isteyenler silahları bırakacaklar. Barış isteyen varsa, hâlâ savaş isteyen varsa, nerede savaşacak onu bilemeyiz, Türkiye sınırlarını terk edecek.
Kimse Türkiye’nin her bir santimetrekaresinde kamu düzeni hakim olana kadar bu huzur operasyonundan vazgeçmemizi beklemesin. ‘Dursun, tekrar dönelim, konuşalım’, konuşulacak şey değil. Demokratik özgürlükler bağlamında süreç devam eder. Ama silahlı terörle mücadele bağlamında ve bu çerçevede silahsızlanma bağlamında ise şartlarımız belli. (...) ” 31.08.2015 / Sputnik News
Yalçın Akdoğan (Başbakan Yardımcısı)
“(...) Bu süreçte yaşananlar, AK Parti’nin aslında güven ve istikrarın tek teminatı olduğunu, Çözüm Süreci’nin tek teminatı olduğunu, yeni anayasanın tek teminatı olduğunu daha iyi bir şekilde herkese gösterecektir, daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum. HDP bundan sonra Çözüm Süreci’nin ancak filmini yapar. Yani ‘Bal bal’ demekle ağız tatlanmıyor, ‘Barış barış’ demekle de olmuyor. Madem yüzde 13 oy aldılar Kandil’e çağrı yapsınlar ve PKK’ya silah bıraktırsınlar. (...)” 8 Haziran 2015 / Hürriyet
“(...) Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’ı hedef alan açıklamalarını hatırlatmak istiyorum. Çözüm Süreci’ni Erdoğan bitirdi açıklaması oldu. Kendisini kullandırdıkları bu projede, statüko bloğunu kullandılar ki barajı geçebilsinler. Dediler ki bunlar Erdoğan’a düşman. Biz de Erdoğan düşmanlığı yaparsak barajı geçeriz. Peki süreç ne olacak? Bunu düşünmediler. Bile bile süreci kurban ederek girdiler.
Sayın Cumhurbaşkanımız ile ilgili yalan yanlış ifadelerde bulunuyor. İlk gün olumlu bakıyorlardı, sonra karşı çıkıyordu diyorlar. Peki Cumhurbaşkanımız neden olumsuz tepki gösterdi?
“Başkan Seçtirmeyeceğiz bir Tahrikti”
(...) Erdoğan’ı başkan seçtirmeyeceğiz aslında bir tahrikti. Peki seçimde rakipleri Cumhurbaşkanımız mı? Değil. Siz niçin bir siyasi parti başkanı olmayan birini hedef alarak bir kampanya başlatırsınız? Bu büyük bir tahrikti. Asıl gerilimi başlatan hamle buydu. Bu başkanlık seçimi de değil.
PKK Türkiye’yi Terk Etmedi
Demirtaş geri çekilmeyle ilgili yasa çıkacaktı, çıkmadı. Çekilme durdu diyor. Bu doğru mu?
Şunu görmemiz lazım. PKK’nın yapması gereken neydi, bir eylemsizlik, iki Türkiye’yi terk etme. Bunların hangisini yaptı? “Eylemsizlik” dedi yaptı mı? Belki karakol basmadı ama her türlü illegaliteye başvurdu. Her türlü baskı ve şiddeti kullandı. E Türkiye’yi de terk etmedi. İlk başta Öcalan’ın çağrısından sonra birkaç yüz kişi terk eder gibi oldu. hiçbir sözünde örgüt durmadı. Burada bir yasadan bahsediliyor. Bu son derece anlamsız bir durum. Elbette bu tartışılabilir. Ama bunun bir anlamı olduğu kanaatinde değilim. Kırsalda elinde silahlı admalar dolaşırken bir yasa olduğu için mi dolaşıyorlar? Yasa buna karşı olmasına rağmen dolaşıyorlar.
Sen kırsalda bir takım kamplar yerler kurmuşsun. Yasaya karşı olarak oralarda faaliyet içerisindesin. Diyorsun ki, yurtdışına çıkacağım, bana yasa çıkar da güvenlik görevlileri ne yapacak… Onu düşünmek sana mı kaldı? Onu düşünmesi gereken devlettir. Güvenlik güçleri ne yapacak? Bu anlamı olan bir şey değildir. Onun ötesinde bir yasayla biz yurtdışına çıkacağız bu anlamsız bir şey.
“PKK Meşrulaşsın Çabasıdır”
Bu Meclis’te PKK’nın muhatap olarak alınması için bir çabadır. Bir şekilde gündeme gelsin, PKK meşrulaşsın diye zorlama çabasıdır. Elbette hükümet bunu kabul etmez. Nasıl geldilerse öyle giderler. Yasa dışı şekilde dolaşıyorlar, yasayla cirit atmıyorlar, aynı şekilde terk ederler. Burada niçin bu olmadı? Yasa çıkacaktı çıkmadı bunun üzerine bina etmeye çalışıyorlar. Bu bir anlamsız, ikincisi Mart sonunda çağrı yapıldı. Mayıs’ta Gezi olayları meydana geldi.
(...) Utanmadan şimdi faturayı devlete kesmeye çalışan tavır içindeler. Barajı geçmek için süreci feda ettiler. İnsanlar buna niye oy verdi? dediler ki, oy verin Çözüm Süreci başarıya ulaşsın. Demek ki sizin oy almanızın sürece etkisi yok. Tam tersine olumsuz bir etki yaptı. Bazı şehirlerde yüzde 90’larda insanlar oy verdiler. Ama HDP’nin hiçbir karşılığı yok. Görünüyor işte koalisyonda yeri yok. Çözüm sürecinde yaptırımı yok. Anlam ifade etmeyen pozisyonu var.
“AK PARTİ Varsa Çözüm Süreci Var”
Seçimden önce dedim ki, AK Parti varsa çözüm süreci var. Ama sen Ak Parti’yi devirme projesinde kendini kullandıracaksın, sonra kim yapacak, gel yap. AK Parti’yi de devireceksin, sonra diyeceksin ki Ak Parti gel yap. Böyle bir kandırmaca olabilir mi? (...)
Ateşkesi devletin bozduğu yönündeki iddialara ne demek istersiniz?
Bu ateşkes kavramı yanlış bir kavram. Burada terör ve terörle mücadele var. Bizim kullandığımız kavram çatışmasızlıkeylemsizlik. Ama örgüt buna da uymadı. Bütün çözüm süreci boyunca illegaliteyi bırakmadı. Büyük eylemler yaptı. Seçimden sonra da adam öldürdü, yol kesti.
Uyuyan polisleri öldürmek, trafikçileri öldürmek, sivil askerleri ailelerinin yanında öldürmek. Bunun adı kahpeliktir. Her türlü değerini kaybetmiş terör örgütleri açısından bile bu kadarı şeydir… Peki nedir bu? Gidip uyuyan polisi öldürmek, ailesinin yanında asker öldürmek bu nedir? Bir şeyi bozmaksa bunun dik alası budur. Bir meselede şudur. Bu örgüt ile bu parti arasında bir ilişki var mı? Var. Peki örgüt mü partinin amacına, parti mi örgütün amacına hizmet ediyor? Bunların ikisi de yanlıştır. Demokratik bir yapıda böyle bir ilişki nasıl olabilir? Daha derin bir ilişki var. bu çarpık ilişkinin bu hastalıklı durumun doğru anlaşılması gerekiyor.
Bir takım partiler var. Bunların dayandıkları toplum kesimleri var, bir takım terör örgütleri var. Bu partilerle işbirliği içinde. YDH diye bir şey var, sanırsınız ki HDP’nin gençlik kolu. Terör örgütünün gençlik yapılanması… Bunu insanlara normalmiş gibi kanıksatmaya çalışıyorlar. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. (...)
“Örgüt Açıklamalarına Baksınlar”
(...) Bugün eğer devlet bir takım güvenlik tedbirleri geliştiriyorsa, bölge halkının talep olarak ortaya koyduğunu söylememiz lazım. Seçim döneminde şantaj tehdit yaşandı. Terör örgütünün yedeğinde HDP kampanya yürüttü. Diğer partilerin araçları taşlandı, baskı uygulandı. Buna karşı devletin güvenlik tedbiri alması gerekir. Örgütün bunu istismar etmesiyle güvenlik açığı oluşmuştur. Devlet güvenlik tedbiri almıştır, bu halkın talebidir. (...)” 29.07.2015 / Bugün ve Cumhuriyet
Murat Karayılan (KCK Yürütme Konseyi Üyesi)
“(...) Türk devletinin Kürdistan’da bir çok alanı ‘güvenlik bölgesi’ adı altında sivil yaşama yasaklaması aslında zayıflığının bir göstergesidir. Doğru; bu ‘güvenlik bölgesi’ olarak ilan ettiği yerlerde kendine rahat hareket etme alanı açıyor ama esas olarak oralara giremediği ve operasyon yapamadığı için, sivil insanlara yasaklamak suretiyle keşif uçakları aracılığıyla oradaki hareketi tespit etme, uçaklar, tank ve toplarla vurma amacını taşıyor. Bazı yerlere ise kendisi gidemediği için halkın da gitmesini istemiyor, halkın gerillayla içli dışlı olmasını engellemeye çalışıyor. Bu tür yerlerde yolları kendisi değil gerilla denetlediği için oraları ‘güvenlik bölgesi’ ilan ediyor. Yani güvenlik bölgelerini, gerillanın hareket alanını daraltırken kendi alanlarını genişletmek amacıyla değil, aslında zayıflıklarının bir sonucu olarak orayı sivil halka yasaklamak veya teknikle, uçakla, tank-topla oralara atış yapabilmek için ilan ediyor. Çok sınırlı bazı yerlerde kara operasyonu denemesi de yaptılar. Ancak oralarda da aynı şekilde herhangi bir sonuç alamadılar.
Şimdi bir gerçek var. Bu gerçeği Türk devleti ve AKP yönetimi ısrarlı bir biçimde Türkiye kamuoyundan gizlemektedir.
Hangi gerçeği Türkiye kamuoyundan gizliyor?
Esasında 2012’nin başından bu yana Kürdistan’ın bir çok bölgesi gerillanın denetim alanı durumundadır. Hele hele bu son gelişen saldırılarla birlikte gerilla bir çok alanı denetimi altına almıştır. Şu an Hakkari arazisinin yüzde 80’i kesinlikle gerillanın kontrolü altındadır. Buralara Türk devleti giremez. Şırnak arazisi de benzerdir. Hakeza Dersim öyledir. Amed’in ve Garzan’ın önemli bir kesimi öyledir. Serhat bölgesi yine öyledir. Yani ordu-devlet buralara giremez; buralar gerilla sahasıdır. Şimdi Zagros dediğimiz Hakkari’de ana yolların da bir çoğu gerillanın denetimindedir. Örneğin 10 Ağustos’tan bu yana Hakkari-Çukurca yolu gerillanın kontrolü altındadır. Yine Gever’den Oramar’a (Dağlıca) gelen iki ayrı yol gerillanın denetimindedir. Amed-Bingöl yolu çoğunlukla gerillanın denetimindedir. Amed, Muş, Bingöl ve Bitlis’e bağlı kazaların yolları çoğu zaman gerillanın denetimindedir. Günlerce gerilla oralarda kontrol yapıyor. Dersim-Erzincan yolu 17 Ağustos’tan bu yana gerillanın denetimindedir. Dersim-Ovacık yolu hakeza.
Şimdi gerilla yeni bir döneme girmiştir; gerilla bölgeleri, kurtarılmış alanlar vardır.
Bakın, Dağlıca’da bir alaylık asker var; komutanı çatışmada öldürüldü fakat kimse oraya gitmedi neden?
“Dağlıcada 5 gün boyunca kara çatışması oldu”
Bakın, hiçbir Türk devlet yetkilisi Dağlıca’ya gidebiliyor mu? Dağlıca’da bir alaylık asker var; komutanı çatışmada öldürüldü fakat kimse oraya gitmedi. Neden? Çünkü, Dağlıca hem karadan hem de havadan gerillanın kuşatması altındadır; hiç kimse oraya giremez. Zaten bu gerçekleri kamuoyundan gizledikleri için buralarda yaşanan çatışmaları da çoğunlukla kamuoyundan gizliyorlar, yansıtmıyorlar. Şimdi Oramar’da vurulan askerlerin 16’sını kamuoyuna açıkladılar; neymiş efendim, uzaktan kumandalı tuzakla yapılmışmış. ‘Hain tuzak’ diye başlık attılar. Orada yaşanan olay yalnızca bir mayının patlaması olayı değildir. Orada 5 gün boyunca kara çatışması oldu; geniş bir alanda cephe çatışması biçiminde savaş yaşandı; sonuç olarak Türk ordusu ilerleyemedi. Ordu, Gever’den gelen cepheden Oramar’a doğru, daha Şitazin’a varmadan Doskî Vadisi’nde ilerleyemeyip tıkanınca kayıp vermeye başladı. Oramar’daki komutan, ‘gerilla güçleri hep ön cepheden çatışıyor, o zaman biz kuşatmayı arkadan delelim’ diyerek, biraz da yiğitlik taslayarak Oramar’dan zırhlı bir konvoyu yola çıkardı. O konvoy gelince arkadaşlarımız mayını devreye koydu. İşte ölen 16 asker bu gruptur. Zaten komutanın kendisi de sonra geliyor, o da vuruluyor. (...)
Kısaca sorunuza cevaben söyleyeceğim; bu güvenlikli alanların gerillayı öyle zorlama gibi bir durumu yok. Gerilla mevcut durumda hakimdir; kendi alanlarını korumaktadır. Yani Türk devleti şimdi gelip Doskî Vadisi’ne ya da Çarçella’ya Cîlo’ya giremez. Girmek için belki de yıllarca çatışması gerekiyor. Şimdi durum bu. Ama bunu kamuoyundan gizlemekteler ve büyük çatışmalarda verdikleri kayıpları da ‘açılan ilk ateşte’ veya ‘hain tuzak’ biçiminde basına yansıtıp propaganda yapıyorlar. Özünde ise yaşanan geniş bir alanda karşılıklı mevzilenme ve çatışma durumudur. Elbette gerilla düz bir savaş yürütmüyor; gerilla kaygan ve hareketli bir savaş yürütüyor. Biz buna ‘Koordineli Gerilla Savaşı’ diyoruz.
Bunu biraz izah etmeniz mümkün mü?
Yani irili-ufaklı bir çok gerilla biriminin, birbiriyle koordineli bir biçimde ve birbirini savunacak tarzda, arazi üzerinde çatışma düzenini aldığı bir savaş biçimidir bu. Dolayısıyla bu yeni bir durum. Burada yaşanan bir kaç grubun çıkıp da bir mayını yola yerleştirmesi durumu değildir. Bunu nereye kadar kamuoyundan gizleyecekler, bilemem. Ancak Kürt basını da bu savaş ortamını çok yansıtamıyor diyebilirim. Kürt basını ağırlıklı olarak Türkiye’deki ana akım basının etkisindedir. Yani adeta bir yerde onların söylemediği şeyi bizim basın da tereddütlü ele alıyor. Bahsettiğim alanlar, gerillanın denetimindedir. Yani gerilla yıllardır oradadır, eğitimini yapıyor, düzenini kurmuş, yerleşmiş, savunma sistemini oluşturmuş. Devlet ise rastgele havan ve top atmak; keşif uçaklarıyla tespit ettiği her canlıyı vurabilmek için bu tür alanlarda güvenlikli bölgeler ilan ediyor. Zaten çoğu zaman ‘gerilladır’ diye hayvanları, özellikle de pezkovîleri (dağ keçisi) görüp vuruyorlar. İşin gerçeği budur. (...)
Erdoğan yönetimindeki Türk devletinin iç çelişki ve çatışmalarını Kürt savaşına yansıtmadıkları, bütüncül durdukları görülüyor. Sizce Türk ordusu hazırlıklı ve gönüllü olarak bu savaşı yürütmüyor mu?
Bence öyle bütüncül bir duruş durumu söz konusu değil. Görünürde öyle olabilir ama bugün Türkiye’deki herkes gibi ordu mensupları da hatta bir kısım polisler de bu savaşın önemli oranda Saray’ın yani Erdoğan’ın dayatmasıyla geliştirildiğini bilmektedir. Dolayısıyla bütüncül bir görüntü olabilir ama özde parçalılık vardır. Bir çok güçte sürece kaygılı yaklaşım vardır. Çünkü mevcut durumda AKP hükümetinin ve bir kısım derin devlet güçlerinin yürüttükleri bu savaş, özünde geçmişin tekrarıdır. Sonuç alınması mümkün değildir. Geçmişte denenen tüm yöntemler zaten sonuç almamış olmasına rağmen bugün o yöntemleri kötü bir biçimde taklit etme vardır. Yöntemlerin aynısını geliştirebilme gücü de kalmamıştır. Yani taklit düzeyi daha geriden seyretmektedir.
“Gerilla gücü öldürmekle biter mi?”
Büyüyen bir güç şiddetle tasfiye edilemez. 2014 yılında Kuzey Kürdistan’dan gerillaya katılım sayısı 5 bindir. Sadece bir parçadan yılda 5 bin yeni gencin katıldığı bir gerilla gücü öldürmekle biter mi? Bitmez. Şimdi Erdoğan beyefendi bizden 2 bini aşkın insanı öldürdüğünü söyleyerek başarılı olduğunu göstermek istiyor. Bir kere her şeyden önce öyle bir rakam söz konusu değildir. (...)
“Karşılarında 35 yıllık tecrübe sahibi gerilla var”
Evet; ellerinde yüksek teknoloji var. Keşif uçakları, etkili vuruş yapabilen savaş uçakları, silahlar ve teçhizatlar ellerinde var ama bunun karşısında gerillanın da daha gelişkin ve daha profesyonel bir düzeyi kazanması durumu söz konusudur. Karşılarında 35 yıllık tecrübeye sahip bir gerilla gücü vardır. Onlar bu gerillayı teknolojinin son ürünü uçaklarla veya toplarla hemen gerileteceklerini ve tasfiye edeceklerini sanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Gerillanın yenilmesi mümkün değildir. Artık o eşik aşılmıştır. Kürdistan gerillası yenilmez. Bu eşik aşıldığı için biz artık bu gerillanın zaferi nasıl elde edebileceğini tartışıyoruz. Çünkü kendini üreten, kendini yenileyen ve belli bir askeri performansa ulaşan bir gerilla gücünden bahsediyoruz. İdeolojik kararlılığı bulunan, fedai ruhuyla her türlü zor koşullara ve savaş durumuna hazır bulunan bir yapıdan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu yapının herhangi bir biçimde geriletilmesi ya da yenilgiye uğratılması mümkün değildir. Bunun için gerilla artık zaferi elde etmek istiyor. Tabi bunu halkla birlikte yapmayı arzuluyor. İşte bugün Kürdistan halkının şehirlerde gerçekleştirdiği bir direniş süreci de var. Bu da önemli ve tarihsel bir çıkıştır. Bu direnişin artık bir sonuca gitmesi gerekmektedir. Kürdistan’ın o muazzam-engin coğrafyasını yaratıcı bir biçimde kullanabilen ve buradan hareketle kendini güç haline getirebilen bir gerilla gerçeğinden söz ediyoruz. Dolayısıyla hataları olursa belki bazı kayıplar verebilir ama gerilemesi veyahutta tasfiye sürecine girmesi mümkün değildir. Tabi katılımlar süreklileşince bu kayıpların yerleri de doluyor. Ama gerilla da süreci yaratıcı taktiklerle geliştirmezse kendini tekrarı yaşayabilir. Bundan söz edebiliriz. Bu artık gerillanın taktik süreçlere yaratıcı bir biçimde yaklaşmasıyla ilgili bir şeydir. Önder Apo, ’24 saat gerilla’ dedi. Eğer gerilla, ‘24 saat gerilla’ esprisini doğru yakalarsa, yani Önder Apo’nun o bir cümlelik perspektifini yaratıcı bir biçimde uygularsa, yenilmezliği yakalayacağı gibi bir zafer gücü haline gelmesi de kesindir. (...)
Belli ki AKP yönetimi 1 Kasım’a kadar bir konsept belirlemiş:
Birincisi; şiddeti gündemde tutacaklar; yani savaşı sürdürecekler. Sürekli ‘biz başardık, çok öldürdük, bilmem ne kadarını yok ettik’ diyerek, PKK’ye karşı en iyi savaşan ve PKK’yi tasfiye eden bir güç olduğunu belirtip başarılı bir komutan edasıyla toplumun karşısına çıkmayı hedefleyecekler. Bakın dün, ABD’de Davutoğlu, ‘yapılan operasyonlarla terörün belini kırdık’ dedi, DAİŞ’e karşı da çok savaştıklarını ve ona da büyük darbeler vurduklarını söyledi. Bu tam anlamıyla palavradır. Aslında şimdi AKP bir palavra savaşı yürütüyor. Stratejileri, topluma PKK’ye karşı çok yüksek başarı elde ettiklerini empoze etmedir. Bunun için büyük yalanlar söylüyorlar.
İkincisi; HDP’nin de aslında PKK’yle aynı konumda olduğunu iddia ederek HDP’nin meşruluğunu tartışmaya sokma ve böylece baraj altına düşürme gayretindeler. Toplum üzerinde baskı kurup seçimlere çeşitli yollarla hile katarak taşımalı sandık, vb. yöntemlerle HDP’yi barajın altına düşürmek ve 400 milletvekili hedefine ulaşmak istiyorlar.
Şimdi bu strateji çerçevesinde anlaşılıyor ki 1 Kasım’a kadar kendi kayıplarını daha fazla gizleyecekler. Dikkat edin son haftada kayıplarını vermiyorlar. Yani göz önünde olmayan kayıplarını saklıyorlar. Tabi bunun yanısıra bizim kayıplarımızı ise haddinden fazla abartarak yansıtacaklar. Mesela Haftanîn’e uçak saldırısı oluyor; hiç bir kayıp yok ama 65 kaybımızın olduğunu belirtiyorlar. 25 Eylül günü Gare alanına, 26 Eylül günü ise Metina alanına savaş uçaklarıyla hava saldırısı düzenlediler. Bu saldırılardan hiçbir zarar görmememize rağmen bize ağır darbeler vurduklarını iddia etmekteler. (...)
Davutoğlu da ‘belini kırdık’ demeye başladı...
Davutoğlu’nun ‘terörün belini kırdık’ demesi gülünç bir şeydir. Madem ‘belini kırdık’ diyorsunuz; o zaman buyurun karayoluyla Çukurca ilçesine gelin veya şimdi Beytüşşebap’ın en yakınındaki bir tepeye çıkıp etrafa bakın. Eğer Çukurca ile Hakkari arasındaki yolu Türk devleti olarak açıp da çalıştırabiliyorsanız size ‘bravo’ derim. Yani böyle palavralarla, halktan her şeyi gizleyerek oy hesapları yapmak beyhude bir çabadır. Hem barış masasını devirip savaşı başlattılar hem de her şeyi Türkiye kamuoyundan gizleyerek alçakça yöntemlerle savaşta başarılı olduklarını ve iktidarlarını sürdürmek istediklerini söylemektedirler. (...)
Bu arada bayram günü bazı basın organlarında Davutoğlu’nun Oramar’daki (Dağlıca) askerleri ziyaret ettiği yazıyordu. Bu haber doğru değildir. Davutoğlu veya herhangi bir Türk devlet yetkilisi şu anda Oramar’a gidemez. Herhalde başka bir karakola gitmiş; Oramar’a gittiğini söylüyor. Bu kamuoyunu aldatmadan başka bir şey değildir. (...)
Bu savaşı sadece Erdoğan’ın iktidar hırsına bağlamak, savaşın şiddeti ve kapsamı ile Türk devlet geleneğini küçümsemek olmuyor mu?
Kuşkusuz bu savaşı sadece Erdoğan’ın iktidar hırsına bağlamak yetersiz bir tanımlama olur. Yalnız siyaset alanında Erdoğan’ın iktidar hırsı doğal olarak öne çıkıyor. Onun için daha çok bu nedenle bu savaşın geliştirilmiş olduğu ifade edilmektedir ki yanlış da değildir. Yalnız tek başına ele alındığında bu tanım yetersiz kalır. Çünkü bu savaşın bu biçimde dayatılmasının bazı nedenleri vardır.
* Erdoğan açısından nedeni; 7 Haziran seçimlerini kaybetmesi ve yeniden yapılacak olan seçimlere savaşla gitme kararlılığıdır. Yani Erdoğan yeniden seçim şansını denerken, dengeleri alt-üst etmek için şiddete sarılarak 1 Kasım seçimlerine savaş ortamında gitmeyi başta planladı. Bir neden bu.
* İkinci neden ise, özellikle 15 Haziran’da Rojava Devrimi’nin Girê Spî’yi almasıyla zirvesel bir zaferi kazanması ve Kuzey Kürdistan’a sınır olan 400 km’den uzun bir alanı denetimine alarak bir ülke haline gelmesi derin güçleri ürkütmüştür.
Yani hem Türkiye’de HDP’nin başarısı ve Türkiye solu, demokrasi güçleri ile Alevi kesimleriyle ortaklığı derin devleti ürkütmüştür; hem de Rojava Devrimi’nin yükselişi ve zaferi kazanması yine aynı biçimde derin devleti ürkütmüştür.
Derin devletin eski bütünselliği yoktur. Derin devlet denilen olgunun bir kesimiyle Erdoğan bir noktada birleşmiş ve ortaklaşmıştır. Bu savaşı yürüten güçler bunlardır. Yani Erdoğan’ın seçim hesapları ve iktidar hırsı var; bir de derin devletin bir kanadının Kürdistan devriminin yükselişi karşısında ürküntüye kapılması ve savaş yürütme istemi vardır. Şimdi savaşı yürütenler bunlardır. Ama tabii ki görünen siyasi yüzü Erdoğan ve Erdoğan’ın iktidar hırsıdır. Bunun için sürekli o gündemde oluyor. Fakat bütünüyle ele alınmak istenirse sadece Erdoğan yoktur. Erdoğan tek başına bu kadar karar veremez. (...) 29.09.2017 / ANF