8 Mart ve Başı Eğilmeyen Kadınlar

8 Mart ve Başı Eğilmeyen Kadınlar

Geleneksel tarih yazıcılığı, “Kadın Tarihi” araştırılırken aşılmak zorunda kalınan en önemli engeldir. Geleneksel tarih yazıcılığı, erkeklerin yaşam pratiklerinden kaynaklanan olayları kendisine konu edinir, onun öznesi erkektir.

Bu tarih; kadınların dövüşmediği savaşların, fetheden konumunda olmadığı kahramanlıkların, kadınların yer işgal etmediği parlamento gibi kurumların tarihidir.

Serpil Çakır’ın antik dönemden bugüne “kadın” sorununu özetleyen yukarıdaki saptamasında temel algıyı değiştirecek ve dünyada kadınların tarihini farklılaştıracak önemli dönemeçler bulunmaktadır.

Kadnlar ve 8 Mart1857’de ABD’de daha iyi ve insani koşullarda çalışmak için grev yapan kadın işçilerden 129’u polis terörü sonucu öldürülmüştür. 1910 yılında Kopenhag’da Sosyalist Kadın Hareketi’nin düzenlediği konferansta, dönemin önemli Marksist önderlerinden Clara Zetkin’in önerisiyle; yarım yüzyıl önce ABD’deki kadın dokuma işçilerinin mücadelesiyle başlayan dayanışmanın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması kararlaştırılmıştır. 1921’de Moskova’daki Komünist Enternasyonal anma gününü 8 Mart olarak belirlemiş, adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak değiştirilmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1977’de 8 Mart’ın, “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul etmiştir.

Osmanlı’da Kadın Dergileri...

Batı’da kadının toplumsal yazgısını değiştirmeye çalışan gelişmeler bize nasıl yansımıştı?

1876 Birinci Meşrutiyet, özellikle de 1908 İkinci Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı toplumunda farklı milliyetler kadın örgütleri kurmuşlar ve kadın gazeteleri çıkarmışlardır.

Bunlardan ilk akla gelen gazete ve dergiler şunlardır:

1845’de ilk Rum kadın dergisi Kypseli (Petek), 1862’de ilk Ermeni kadın dergisi Gitar yayın hayatına başlamıştır.

Şukufezar: Sahibi ve yazarları kadın olan ilk dergilerden biri Şukufezar’dır. “Çiçek Bahçesi” anlamına gelen adıyla dergi 1886’da yayımlanmaya başlamış ve sahibi Arife Hanım’dır. Arife Hanım, Şukufezar’da,“Biz saçı uzun aklı kısa diye erkeklerin alaycı gülüşlerine hedef olmuş bir taifeyiz. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek bunun aksini ispat etmeye çalışacağız” diye yazacaktır.

Hanımlara Mahsus Gazete: 1895 ve 1908 yılları arasında 604 sayı yayımlanan, uzun soluklu bir dergidir. Derginin yazarlarından Fatma Aliye, “erkeklerin toplumsal yaşamda kadınları engelledikleri ve bilim ve sanatın kapılarının kadınlara kapatıldığını” savunan yazılar yazmıştır.

Demet:1908’de yayımlanan ve dönemin kadın-erkek önemli yazarlarının imzası bulunan Demet dergisinde ilk kez feminizm kavramı tartışılmış, kadınların iş hayatında mesleki olarak sınırlandırılması eleştirilmiş ve kız okullarına da fen derslerinin konulması gerektiği savunulmuştur.

Kadınlar Dünyası: O dönemin koşullarında feminist politikalar savunan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Cemiyeti’nin ayrı bir önemi bulunmaktadır. Dernek Ulviye Mevlan tarafından kurulmuştur. Kadınlar Dünyası isminde oldukça etkili bir yayın organı bulunmaktadır. Kadınlar Dünyası 1913-1921 tarihleri arasında yayımlanmıştır. Dergi, hem kadınların kendilerine özgü bir dünyaları olduğunu herkese göstermeyi, hem de kadınlar için yeni bir dünya istemeyi misyon edinmiştir. Derginin en önemli amaçları arasında; kadınların düşüncelerini, duygularını dile getirmek, kim olduklarını ortaya koymak konusunda bilinçlendirmek sayılmaktadır. Kadınlar Dünyası’na toplumun her kesiminden kadınlar yazı yazmıştır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde Kürt Kadınlar Teali Cemiyeti (Kuruluşu 2 Haziran 1919), Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti (Kuruluşu18 Mayıs 1919) adlarıyla örgütler de kurulmuştur. Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, Diyane (Anamız) adlı bir kısmı Çerkesce, bir kısmı Osmanlıca dergi çıkarmış; hemşerilerine yönelik çeşitli yardım faaliyetleri organize etmiştir.

Aynı yıllarda Milletperver Ermeni Kadınlar Birliği kurulmuş, bu örgütün kurucularından Ermeni gazeteci Hayganuş Mark, Hay Gin (Ermeni Kadını) adındaki gazeteyi çıkarmaya başlamış ve 13 yıl boyunca kapatılana kadar yayınını sürdürmüştür. Hayganuş Mark, feminizmi “bir adalet feryadı, kendini de feminist aktivist” olarak tanımlayarak bir yazısında kadınlara şöyle seslenmiştir:

Gurur duy! Yalan söyleme! Dilenme! Çalış! Dedikodu yapma! Köleleşme! Cesur ol, iyi ol! Özenme! Konuş! Kadın ol! İdealin olsun! Uyuma! Kendine saygı duy! Yukarı bak! Çirkinleşme!

Bu bağlamda Kadınlar Halk Fırkası’ndan da söz etmek gerekmektedir. Kadınlar Halk Fırkası, öğretmen, gazeteci, roman, öykü ve senaryo yazarı, çevirmen ve kadın hakları savunucusu Nezihe Muhiddin ile on üç arkadaşı tarafından 15 Haziran 1923 tarihinde kurulmuştur. Nezihe Muhiddin, Cumhuriyetle kadının toplumsal hayatına yeni bir soluk geleceğini düşünerek – henüz CHP kurulmamışken – Kadınlar Halk Fırkası’nı kurmuş, parti programı basında yayımlanmıştır. Ancak Ankara Hükümeti bu başvurudan sekiz ay sonra “1909 tarihli Seçim Kanuna göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir.

Türkiye’de ilk “8 Mart Dünya Kadınlar Günü Toplantısı” (Ankara 1921)...

Kadınların Sesi1920 yılı Türkiyesinde Ankara’da komünistler henüz yeni rejim şekillenmemişken Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası adıyla bir parti kurmuşlardı. Partinin kurucuları arasında üç kadının adı geçmektedir. Bunlar, Cemile ve Rahime (kardeş) Hanımlar ile Fatma Kudret Hanım’dır. Bu “Üç İslam Hanım”; toplantılara katılan, bildiriler yazan, meclislerde görüşlerini açıklayan, partinin örgütlenme çalışmalarında yer alan ve Ankara İstiklal Mahkemesi duruşmalarına yüzleri açık ve sırtlarında manto olduğu halde çıkan kadınlar; Millet Meclisi’ndeki “kaç-göçe” alışmış muhafazakâr vekillerin “açık-saçıklar” diye tepkisini çekmişti. Cemile Hanım, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’ında “Kadınlararası Propaganda”, Fatma Kudret “Kadınlararası Teşkilat Şubesi”inden sorumlu olmuşlardı.

Cemile ve Rahime Hanımların yazdığına göre ilk 8 Mart toplantısı 1921 yılında Ankara’da yapılmıştır. Buradaki bilgilere göre: “Komintern Kadınlar Sektöründen Klara Zetkin yoldaş” 1921 yılı şubat ayı sonlarında bir mektupla 8 Mart’ın “Uluslararası Kadın Bayramı” olarak kutlanmasını istemiştir. Ankara’da “komünist Süleyman Selim yoldaşın” bağevinde toplanan kadın-erkek davetliler kutlamaya katılmış, 8 Mart Kadın Bayramı’nın önemini belirten Şerif Manatov’un bildirisi okunmuş, kadınların durumunu düzeltecek, onlara iş sağlamak için çalışacak bir “Kadınlar Örgütü”nün önceden hazırlanmış tüzüğü bu toplantıda onaylanmıştır.

Kırmızı Çatkılı Kadınlar / İlerici Kadınlar Derneği...

İlerici Kadınlar Derneği, Türkiye’deki kadın hareketi tarihinde birçok açıdan farklı bir dönemeç olmuştur. İKD, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren yükselen toplumsal muhalefetle birlikte o dönem illegal mücadele yürüten Türkiye Komünist Partisi’nin, kurulmasına önayak olduğu bir kadın örgütüdür.

Yöneticilerinin tamamı kadınlardan oluşan İKD, 3 Haziran 1975’de İstanbul-

Çeliktepe semtinde tek odalı bir gecekonduda faaliyete başladıktan sonra, kısa sürede yaygın bir örgütlenme ağı kurmuş ve dört yılda 15 bin üyeye ulaşmıştır. Edirne’den Van’a kadar değişik illerde 33 şube ve 35 temsilcilik açarak “erkek eli değmemiş” bir başarıya imza atmıştır. Kuruluşundan iki ay sonra yine tüm birimleriyle kadınlardan hazırladığı “Kadınların Sesi” dergisi çıkarılmaya başlanmış, dergi tirajı 30 binli sayılara ulaşmıştır.

8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü, ilki 1975’de olmak üzere İKD tarafından giderek kitlesel bir şekilde birçok ilde kutlanmaya başlanmış ve unutulmuş “8 Mart”ı Türkiye’nin gündemine yeniden taşımış ve yerleştirmiştir. İKD, kurulduğu dönemin politik ruhunu tüm faaliyetine yansıtmış, -ancaksosyalist sol’un; “ayrı bir kadın örgütlenmesi genel örgütlenmeyi zaafa uğratır” biçimindeki düşüncesini tersine çevirmeyi başarmıştır.

Dönemin özgün koşullarında; kadın sorununun çözümünü, sınıf sorununun çözümüne bağımlı gören bir anlayışla, emekçi kadınların örgütlenmesini temel alan bir kadın örgütü olmuş, binlerce kadını aynı talepler doğrultusunda bir araya getirmiştir.

Gönül Dinçer’in, “İKD kadın örgütü görünümünde ‘Erkek’ bir örgüttü” tespitine rağmen, 5,5 yıla sığdırdığı yüzlerce kampanyayla: Evlat acısına son mitingleri; Her işyerine kreş kampanyası; Filistinli kadınlar için ilaç kampanyası; Kadın sorunu ve eğitimi seminerleri; Maden-İş grevleriyle dayanışma kampanyası; Evlere işe giden kadınların sigortalanması kampanyası; 1 Mayıs işçi ve 1 Eylül Dünya Barış’ı anma etkinlikleri, İşsizlik ve pahalılığa karşı kadın dayanışması kampanyası; Kadınları aşağılayan ve eşitliğin önündeki yasaların kaldırılması... vb. gibi hayatın her alanına el atan faaliyetlerle, binlerce kadının yaratıcılık ve özgüvenle kendi güçlerinin farkına varmasını sağlamıştır.

İKD, 28 Nisan 1979’da İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatılan ilk dernek olmuştur. İKD, bu tarihten sonra Kadınların Sesi dergisi etrafında toplanarak çalışmalarını 12 Eylül 1980’e kadar sürdürmüştür. Türkiye tarihinin en yaygın ve en etkin kadın örgütlenmesini gerçekleştiren İKD, üzerinde daha fazla araştırma yapılmayı hak etmektedir.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü konusunu “başı eğilmez bir kadınla” tamamlayalım.

Suat Derviş; “Baş eğmeyen bir kadın”...

Hatice Saadet BaranerSuat Derviş, asıl adıyla Hatice Saadet Baraner. 1901yılında varlıklı ve aristocrat bir ailenin kızı olarak doğdu. Babası tıp doktoru İsmail Derviş, annesi Hesna Hanımdı. Eğitimine evde bir Fransız mürebbiye ile başladı. Kadıköy Numune Rüştiyesi’ne devam etti. Konservatuar eğitimi için ablasıyla beraber Almanya’ya gönderildi. Berlin Konservatuarı’nda okudu. Daha sonra Berlin’de edebiyat ve felsefe dersleri aldı. Babasının ölümü üzerine eğitimine ara verip İstanbul’a döndü.

İlk gazetecilik deneyimi Almanya’da Uhlstein gazetesiyle başladı. İleri gazetesinde 25 Ocak 1919 yılında yayımlanan ilk yazısının başlığı “Anadolu Kadınlarımız” dı. Daha sonra İstanbul’da; İleri, Alemdar, İkdam, Süs, Resimli Ay, Cumhuriyet, Son Posta, Yeni Ay, Tan, Haber, Son Telgraf, Gece Postası gazetelerinde yüzlerce yazı yazdı. Çalıştığı gazetelerde kadın sorunlarını dile getirdi, gazetelere ilk kez “kadın sayfaları” yaptı. 1936’da Montrö Konferansı’nı izlemeye giden ilk kadın gazeteci oldu.

Gazeteciliğinin yanında Suat Derviş, roman ve öykü yazarlığı ve çevirmen olarak da edebiyat alanında önemli eserler bıraktı.

İlk romanı olan Kara Kitap 1920 yılında basıldı. Yazdığı eserlerin büyük bir bölümü gazetelerde tefrikalar halinde yayımlandı. Diğer eserleri şunlardır: Hiçbiri, Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Çılgın Gibi, Ahmed Ferdi, Buhran Gecesi, Fatma’nın Günahı, Gönül Gibi, Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır, İstanbul’un Bir Gecesi, Biz Üç Kardeşiz, Kendine Tapan Kadın, Zeynep İçin, Ankara Mahpusu, Aksaray’dan Bir Perihan, Fosforlu Cevriye.

1936 yılında Sovyetler Birliği’ne Tan gazetesi adına yaptığı ziyaret Suat Derviş’in yaşamında yeni bir devir açtı. İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı ve Türkiye’de devlet eliyle azgın bir antikomünist kampanya yürütülüyordu. Suat Derviş büyük baskılara göğüs gererek “Neden Sovyetler Birliği’nin Dostuyum?” başlıklı broşürünü yayımladı.

Suat Derviş üç kez evlendi. Evlendiği üçüncü adam Türkiye Komünist Partisi’nin teşkilat Sekreteri Reşat Fuat Baraner’di. TKP’nin çıkarmaya karar verdiği legal “Yeni Edebiyat” dergisi Suat Derviş ile Reşat Fuat’ın yollarını kesiştirmişti. Yeni Edebiyat’ın Yayın Kurulu; Reşat Fuat, Suat Derviş, Hulusi Dosdoğru ve Mihri Belli’den oluşuyordu.

Yeni Edebiyat, dönemin neredeyse bütün önemli yazar ve sanatçının yazı yazdıkları bir dergiydi. Hasan İzzettin Dinamo’nun Vatan Şarkısı adlı şiiri nedeniyle dergi kapatıldı. Ardından gelen 1944 TKP soruşturmasında Suat Derviş gözaltına alındı, hamileydi ve çocuğunu düşürdü. 8 ay hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra uzun süre iş bulamadı. Yaşamında önemli bir yere sahip olan Paris’e gitti. Burada Europe dergisinde makale yazma imkânı buldu. Önceden yazdığı, Çılgın Gibi ve Ankara Mahpusu adlı eserlerini Fransızcaya çevirdi. Eserleri büyük ilgi gördü.

Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1961 yılında Türkiye’ye döndü. Bu dönemde çocuk masalları, başkasının imzası ile çıkan öykü ve tiyatro oyunları yazmaya devam etti. 1968 yılında eşini, 1970 yılında ise ablasını kaybetti. İki kayıp Suat Derviş’i çok derinden etkiledi. Kendisinin de şeker hastalığına bağlı olarak çok ciddi derecede görme bozukluğu sorunu vardı. 1970 yılında Devrimci Kadınlar Birliği adlı örgütün kurulmasında görev aldı. 1972 yılında Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

Suat Derviş’in yaşam öyküsünü kaleme alan Liz Behmoaras, onun için şöyle yazacaktı: “Babasının ölümüyle çapasını koparmış, hayatına giren erkeklerle ilişkileri sorunlu olmuş, hayatına edebiyatla ve siyasetle olduğu kadar aşk ve eğlenceyle de anlam katmaya çalışmış, çok cesur ve biraz çılgın kadın. Feminizmi siyasi bir tavır olarak görmekten çok, onu özgür ve dürüst mizacında doğallıkla barındıran biriydi…

Suat Derviş’in gençlik yıllarından itibaren Nazım Hikmet’le yakın dostlukları vardı ve hep dost kaldılar. O gençlik günlerinde Nazım’ın tek taraflı aşkı, Nazım’a aşağıdaki şiiri yazdırmıştı.

Gölgesi

... / Ya bu kadın delidir yahut ben çıldırmışım / Ben ki birçok kereler kırılmışım, kırmışım / Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı; / Birden onun yüzüne haykırmak ihtiyacı / Alev alev tutuştu yangın gibi / Bir dakika kendimin olamadım sahibi / Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim, / Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim!


Konuyla ilişkili diğer makaleler